İki hafta önce Antalya, Belek'teki Beş Yıldızlı Cornelia Otel'e gittim. Belki yılbaşını Cornelia'da geçirecekler olabilir.
Bazı konuları onlarla paylaşmamda fayda var. Otel bu yaz başında hizmete girmiş. 'Herşey dahil' konseptini de başarıyla uyguluyor. Mutfaktan çıkan herşey çok lezzetli. 24 saat yeme içme bedava olsa da sıkma portakal suyu dahi sulandırılmadan veriliyor. Üst üste beş kere 'Bir bardak Cola rica edeyim' desen de hiçbir çalışanın yüzü sirke satmıyor. Takdir ettim.
Otelin mimarisi değişik, ilk başta odalara ulaşmak bir labirentte çıkışı aramaya benziyor ama insan herşeye alıştığı gibi buna da alışıyor. Kapalı mekanı bol, can sıkıntısı kişisel tercihlere bırakılmış durumda. Ancak odalarda ve kapalı mekanlarda baş parmaklara kadar hissedilir bir ısınma sorunu var. Ama otelin bir yaz oteli olduğunu düşündüğünüzde bu kısmi soğuğu hoşgörüyle karşılayıp, keyfinize de bakabiliyorsunuz.
SİBİRYA HAMAMI
Havuzun, saunanın ısıtmasında sorun yok. Masaj 40 milyon TL, fiyat makul. Türk Hamamı'nın soğuğu karşısında ise ben utandım. Türk hamamı değil Sibirya Hamamı. Belli ki, tasarruf yapmak için hamam ısıtılmamış. Bu tuhaf tutumla gittiğim birçok otelde karşılaşıyor ve çok kızıyorum. Hiç profesyonel değil. Bir alanı hizmete açıyorsanız tam açın, ya da hiç açmayın.
Türk hamamı açık değil, deyin. Türk hamamı açık deyip milleti kandırmayın. Üstelik bir kese de tam 30 milyon TL. Yani Yuh! Bir adam bu kadar iyi keselenebilir. Bir de masajın ve kesenin parasını almak için akşam uykusunun en güzel yerinde odanızı aramasalar! Kasayı kapatacaklarmış! Odaya iki de çek-senet mafyasından bıyıklı gönderseydiniz de icabımıza baksalardı bari! Sanırım otel yazın, bahçe kısmı ve sahili ile cennetten bir köşe oluyordur. Ama kışın, bana faydası ne? Otelini hizmet veriyorum diye kışın açacaksan, aksaklıklara da göz yumacaksan, böyle eleştirilmeyi de hazmedeceksin!
Angelina Jolie, olmuş size Barbi Monroe
Bu haftaki filmimizin adı Hayatın Hakkını Ver. Çok çekici bir isim değil mi? Kim istemez kapitalist hayatın gündelik hırsları içinde her geçen gün daha da köleleşen ruhlarımızı özgürleştirmenin reçetesini öğrenmeyi? (Son cümlem için kendimi tebrik ediyorum) Hele de afişte, platin renkli saçıyla Angelina Jolie'yi görmüşseniz, ister istemez ‘‘Tamam ben filme gideceğim ve filmin sonunda kendimi iyi hissedeceğim’’ diyorsunuz. Rock Yıldızı, 101 Dalmaçyalı, Ölü Ozanlar Derneği (Peter Weir'la beraber), Üç Silahşörler filmlerinden anımsadığımız yönetmen Stephen Herek yakaladığı öykünün hakkını verse, filmin sonunda kendimizi iyi hissedeceğiz ama adam bırakmıyor ki! Film tam bir yaratıcı kabızlık kurbanı.
BİR HAFTALIK ÖMRÜN KALIRSA
Hırslı televizyon muhabiri Lanie (Jolie)'ye, Amerika'da her köşe başında görülen sokak kahinlerinden biri, bir haftalık ömrü kaldığını söylüyor. Lanie önce kulak asmıyor ama Kahin Bey'in bazı öngörüleri gerçekleşince, Lanie'nin eli ayağına dolanıyor. Daha sonra, beklediğimiz, filmin temposunun yükselmesi Lanie'nin 'sınırlarını aşma' sürecinden geçip, hayatını dilediği gibi yaşaması. Ama işler hiç de öyle olmuyor. Daha önce, bir gece birlikte olduğu kameraman Pete (Edward Burns) ile bir aşk yaşanıyor, birden durup duruken Pete'in askerlik yaşına gelmiş oğlu filmin ortasına 'güm' diye düşüyor. Sonra içmeler, eğlenmeler, bir de bir grevin tam ortasında naklen yayın yaparken Rolling Stones'un 'I can't get no satisfaction' şarkısını söylemeler. Tam 'bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumu' anlayacağınız. O arada bir de, ne olduğu anlaşılamayan bir muhabirlik dersi.
Herek, filmdeki karakterlerin derinliğine girip onları izleyiciyle yüzleştirmemek için elinden geleni yapmış. Geriye de biraz Marilyn Monroe, biraz Barbie kılıklı, bir dudağı yerde bir dudağı gökte Angelina Jolie kalmış.
Yönetmene rağmen, parçalar biraz hayalgücü ile birleştirilip, öykünün sıcaklığından keyif almak mümkün. Görülebilir. Bir de Jolie, kendine biçilen 'karikatür' tipten sıyrılıp insan olmayı başarmış. Takdire değer.
Bu oyunu izlemeye Eskişehir'e gidilir
18 Aralık'ta Eskişehir Büyükşehir Belediye Tiyatrosu'nda Turgut Özakman'ın yazdığı Ergin Orbey'in yönettiği Resimli Osmanlı Tarihi isimli oyunun galasını izledim. Bu oyunu ilk kez 1983 yılında Ankara Sanat Tiyatrosu'nda yine Ergin Orbey sahneye koymuştu. Orada da izlemiştim. 20 yıl sonra aynı oyun ve aynı yönetmen! Benim için ilginç bir deneyim oldu. Resimli Osmanlı Tarihi'nde Turgut Özakman, dünyanın en çok anayasa yapıp, en çok anayasa yıkan milleti olmamızı, kıvrak bir zeka ile eleştiriyor. Bilimin ne dediğine aldırmadan anayasa yapan iktidarlarla dalgasını geçiyor. Ne tesadüf! Yine yeni bir anayasanın arefesindeyiz ve yine bilim adamları kimsenin umurunda değil. Oyunun ana fikri de bu zaten: Anayasa yapma tarihimiz tekerrürden ibaret! Engin Orbey 1983'le karşılaştırıldığında farklı bir rejiye gitmemiş. 1983'de anlatıcı Aslan'ı günün anlam, önemini belirtecek şekilde 'faşo bir lümpen' kılığında karşımıza çıkarmıştı, 2002 yılında ise Aslan'ın bir kimliği yok. Aynı günümüz gençliği gibi. Bir iki ufak da güncel espri eklenmiş. Orbey'i bu kadar olanaklı bir oyunu 20 yıl sonra harfi harfine aynı şekilde sahneye koyduğu için eleştirmek mümkün. Ancak 1983'de de 2002'de de oyunu izlemekten büyük keyif aldığım için 'değişiklik ama ne adına' diye sorgulamaktan da kendimi alıkoyamıyorum. Resimli Osmanlı Tarihi'nin 2002 modelinin kıyafetleri de, kareografileri de çok daha iyi idi. Kareograf Ercan Arslan Kazbek ve Nalan Türkoğlu'nu kutlamak gerek. Bir de Eskişehir'den yetişen iki oyuncuya dikkat çekmek istiyorum. Biri Mahmure'yi oynayan Elçin Tezcan. Diğeri Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa ve Fehim Paşa'yı oynayan Mert Bulut Kırlak. Hem Resimli Osmanlı Tarihi'ni, hem de bu iki genç sanatçıyı izlemek için Eskişehir'e gitmeye değer. (0-222-3304500)
Bu kadar yatırımı futbola yapsa süper başkan olurdu!
Resimli Osmanlı Tarihi'nin galasını yönetmen Ergin Orbey, yazar Turgut Özakman, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen, Tepebaşı belediye Başkanı Ahmet Ataç ve Prof.Dr. Zühtü Altan'la birlikte izledik. Yazdığı oyunu izlerken Özakman'ı gözlemek çok ilginçti. Gözlerinin içi gülüyor, sanki sahnede oynanan oyunu bütün bedeninde yaşıyordu. Özakman, birkaç kere, üstüne basa basa, iki yıldır Eskişehir'de tiyatro ile yüz yüze gelmenin, kendisine, daha önce hiçbir tiyatro etkinliğinin vermediği keyfi verdiğini söyledi. Bu farklılığın mimarı da Yılmaz Büyükerşen. Büyükerşen, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı olalı neredeyse üç yıl olacak, tiyatroya yaptığı yatırımı futbola yapsa şimdiye kadar çoktan ‘‘En Büyük Başkan Bizim Başkan’’ olurdu. Gelin Eskişehir'e, Tepebaşı ve Turgut Özakman sahnelerini, inşaatı devam eden Muttalip Kültür Merkezi'ni görün, bir iki oyun izleyin, geçen sezon satılan 40 bin biletin koçanlarını inceleyin, benimle aynı duyguları paylaşmamanız mümkün değil. Büyükerşen, futbolu sevmiyor. O bir tiyatro sevdalısı. Yakında bütün Eskişehirliler tiyatroya sevdalanacak.. Perihan Mağden'in de Gülay Göktürk'ün de kulakları çınlasın. Eğer medyanın her kapsamadığını 'yok olmuş' sayacaksak bu nice okumaktır.
AKP, Aklı Karışıklar Partisi, dememiş miydim?
AKP kurulduğunda, parti amblemi tartışmaları yaşanırken 'Aklı Karışıklar Partisi' diye bir yazı yazmıştım. Çok kızmışlardı! Yediğim küfürlerden iki gün alı al, moru mor dolaştım. İşte haklı çıktım. Bakın, 58'inci AKP hükümetinin hemen hemen her konuda aklı karışık. Kıbrıs konusunda karışık, vergi alma konusunda karışık, ihale yasası konusunda karışık, nemalar konusunda karışık, af konusunda karışık, bedelli askerlik konusunda karışık. Bu ve benzeri konularda hükümette her kafadan bir ses çıkıyor. Bunun sonucu da uygulamalar iki ileri, bir geri şeklinde. Bu karışıklığı da en güzel Başbakan Sayın Abdullah Gül'ün şu sözü ortaya koyuyor: 'Siz bizim söylediklerimize bakmayın, parti programımıza bakın!'. Akıl karışıklığının had safhada olduğunu bu sözden daha iyi ne yansıtabilir.
AKP'nin kafasının karışık olmadığı tek konu ise 'türban'. Daha doğrusu 'dincilik' eksenindeki konular. Din dedi mi AKP'de hedef tek: Türkiye müslümandır, müslüman kalacak! Sanki müslümanlığa itiraz eden var da! Bu konular gündeme geldi mi maşallah AKP tek vücut! Bu nedenle, çok özür dilerim, geleceği çok parlak görmüyorum. AKP hükümet olmayı geçip bir iktidar olabilse, performansının nerede iyi nerede kötü olacağı şimdiden belli. Hala AKP'liler müslümanlık edebiyatının karın doyurmayacağını anlayamadılar! Ya da AKP'liler bu kısa sürede 'karın doyurucu' konularda bir şey yapamayacaklarını anladıklarından 'müslümanlık' edebiyatından başka bir şeyin karın doyurmayacağını çok iyi anladılar!. Böyle kamikaze gibi tek hedefe kilitlenmiş kafalarla 'birlikte yaşama' amacına ulaşamayız. Çok yazık çok. Tansu çiller bile kendine verilen krediyi bu kadar çabuk harcamamıştı.