Paylaş
“Akif Beki’ye göre eski Terörle Mücadele Müdürü Yurt Atayün talep etmiş, polisler de ellerini arkadan kelepçelemişler. Akif, ‘sözünün sorumluluğunu taşıyacak yetkili bir ağızdan bunu
işittiğini’ söylüyor. Bu kadar algı
operasyonunun yapıldığı, yolsuzluk davalarına darbe, casusluğu kovalayan polislere casus denildiği bir ülkede, duyduklarına nasıl inanırsın sevgili Akif? Mantık ve izan yok mu?...”
Mantık ve izanı sadece burada mı arıyorsunuz Nazlı Hanım?
* * *
Başbakan’ın, MİT Müsteşarı’nın ve aralarında Defne Samyeli’den Can Dündar’a 2 bin küsur kişilik bir şöhretler karmasının İran casusluğundan dinlenmesi, izana cuk oturuyor...
Savcı, 250 kişiyi dinlerken diğer 2 bin kişinin tesadüfen dinlemeye takıldığını, istemeden kulak misafiri olunan o konuşmaların da sehven tapeye dökülüp dosyalandığını söylüyor ve bu haydi haydi akla yatıyor...
Benim, organize suç şebekesi elemanı gibi gösterilip sahte isimle dinlemeye alınmam, pekâlâ havsalaya sığıyor...
Hakan Şükür’ün ansızın, adliye basan bir insan hakları savunucusuna dönmesi, müthiş sahici oluyor...
“Bu işkence, bu zulme ve toplumu ayrıştıracak şekilde konuşan insanlara tabii ki bir Yavuz çıkıp son verecektir” türünden karmaşık cümleleri kendi başına kurduğu, başkasının Hakan Şükür’ü kurmadığı pazarlaması pek inandırıcı duruyor...
Yargıda ve poliste bir paralel örgütlenme, bir cemaat dayanışması varmış izleniminin tamamen algı operasyonu olması çok makul geliyor...
Ama yalnızca benim arkadan kelepçe yorumum mu akla ve izana çarpıyor, söyler misiniz lütfen Nazlı Hanım?
Bizim Okur Temsilcisi’nden ne anladım?
2-3 hafta önce yazdığınız bir yazıya, dedikodu sitelerinin çarpıtmaları üzerinden rötarlı cevap verebilir. Onun için zamanaşımı söz konusu değildir. Bununla kalmayıp kendisi de yazınızda minik anlam kaydırmalarına başvurabilir, buna hakkı vardır.
Okur temsilcisi sıfatıyla polemik yazısı da yazabilir ayrıca, ne var yani abartılacak...
* * *
Beşiktaş Alaybeyi Sokak’ta bir barda oturan gençlere “Sahurda gürültü yapmayın, biz sahur yapacağız” denilerek ellerinde döner bıçağı bulunan 2 kişi sandalyelerle saldırmış... İngiliz asıllı Benjamin burnundan, Aden ise başından yaralanmıştı... Olayı ve ilgili haberleri kritik etmiştim ben de.
“Al sana ramazan dayağı” başlıklı yazıma, Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici geç de olsa el atmış.
“... Sanırım bu ifadeler, ‘bir içkiyi taşıyamama vakası’na işaret etmiyor. Zira saldırganlar barda oturmuyormuş, içki içmemişler ki ‘içkiyi taşıyamamış’ olsunlar!..” şeklinde kapağı takıyor misal.
Bravo!.. Zaten içkiyi taşıyamayanlar, kafayı bulup etrafa İngiliz usulü popo hareketi çekenlerdi. Saldırganların da içkili olabileceğini düşünememiştim, sağ olsun bu ihtimali çürüttü.
“Saldırmalarının da Beki’nin yorumunun tersine ramazan ve sahurla ilgisi olduğu açık; iki tarafın ifadeleri de bunu gösteriyor...”
Evet tabii, aynı sokaktaki barcılarla büfeciler arasında 30 gün ramazanda bir kere kavga çıkıyorsa, o da sahur vaktindeyse, iki İngiliz’in “Siz nasıl Müslümansınız” denilerek darp edildiğine dair beyanları esas almalı ve ‘kesin oruç dayağı canım’ demeliydim. Şüphe çeken ne var ki bu beyanda, peşine düşesin.
Adi bir asayiş vakasında, kavgalı taraflardan birinin ifadesine güvenecekken, tutarsızlık görüp bir de kavganın tarafı olmayan polise sormuşum, büyük kabahat!
* * *
Polise dayandırarak bilgi vermek, bir gazetecilik yöntemi değilmiş; girdim mi bir yaşıma daha...
Hürriyet, polisten hiç haber almamış demek, okur temsilcisi de polis menşeli haberleri gazetesinde hiç görmemiş...
“Sonuçta, ‘Sahur dayağı’ vakasından çıkan bir gazetecilik dersi var; gazeteci hiçbir olaya önyargıyla ‘Olmaz’, ‘Olamaz’ diye yaklaşmamalı...” cümlesiyle noktayı koyuyor Bildirici.
Okur temsilcisinin de ‘Olmaz’, ‘Olamaz’ demeden ve noktayı koymadan önce, gazetesinin yazarı ve tartışmanın tarafı olarak benim son görüşümü de alacağını mı çıkarmalıyım buradan?
Paylaş