Paylaş
Kadri Gürsel’in işi nispeten kolaydı. O tarihte orada olmadığı, gelen o telefonlara bakmadığı, o mesajlara dönmediği, o ByLock’çuları tanımadığı için savunması rahat geçti.
FETÖ, kilit kurumlarına sızarak devleti ele geçirirken iktidarı fazlasıyla uyarmış ve haklı çıkmış olmanın rahatlığı da vardı üstünde. Herkese yapışır ama Kadri Gürsel’e yapışmazdı FETÖ’cülük.
Musa Kart, Ahmet Şık, Murat Sabuncu ve diğerleri de aşağı yukarı aynı savunma avantajlarından yararlandı.
Fakat davanın baş sanıklarından Akın Atalay, bir noktada acayip köşeye sıkıştı.
Ne diyeceğini şaşırdığını, nasıl savunacağını bilemediğini ağzıyla itiraf ettiği karmakarışık suçlama, iddianamenin 241. sayfasında geçiyor.
ÇOK PİS YAKALANDIĞINI İNKÂR ETMİYOR
Diyor ki: “Bu iddianame ve eklerinin içindeki yüzlerce iddia ve belge arasında anlamakta, anlamlandırmakta hem kendime hem başkalarına izah etmekte ve bunu nasıl anlatmalıyım diye düşünüp çözüm yolu bulmakta en çok zorlandığım konu bu oldu.”
Tespit edilen karanlık ilişkiler ağıyla karışık para trafiğini anlatmayı şöyle deniyor Akın Bey:
“28 Mart 2011’de EFT yoluyla 2.500.-TL gönderdiğim Hüseyin Aktaş bir parkeci. Oturduğum evin salonundaki parkeyi yenileme işinin karşılığı olarak kendisine yapılan bir ödeme söz konusu. İşte bundan yola çıkan savcı mealen ve mecazen diyor ki; ‘Ey Akın Atalay, bundan 6 buçuk yıl önce evindeki parke işlerini yaptırıp karşılığında 2.500.-TL ödediğin Hüseyin Aktaş’ın bir oğlu var. Oğlunun adı Atilla. İşte bu Atilla bir gün Bursa’daki bir restoranda yemek yiyor. Yemek yediği restoranı işleten Boğaziçi Tic. Ltd. Şirketi ile bu şirketin sahibi olan Şaban Aydın hakkında MASAK’ın raporu var. Ver bakalım hesabını!..’ Ne desem?”
‘İSTİBDAT’I BİLMEMEKTEN HEP
Savunmasındaki en zayıf halka işte burası.
Milli şairimiz Mehmet Âkif’in ‘İstibdat’ şiirini bilse açık vermezdi oysa.
Hani “Utandım ağlayarak, ağladım utanmayarak” diyor ya, işte o şiir.
‘Idısının dıdısıyla uzaktan, filankes aracılığıyla bir kere selamlaşmak’ gibi örgütlü bir suç zincirinin benzer hikâyesi var orada.
Yaşadığı sokakta tanık olduğu bir olay, Âkif’i büsbütün çileden çıkarıyor.
Abdülhamid’in kardeşi Reşad Efendi’nin kilercisiyle uzaktan akraba olan bir mahalle komşusu, meğer başka bir komşusu vasıtasıyla kilerciden selam alıp vermiş... Sarayın jurnalcileri de bunu ta sultanın kulağına kadar ispiyonlamış...
Veliaht Reşad Efendi, Abdülhamid’in canlı kâbusu. Adını kazara anmak bile başa bela. Halk arasında, korkudan sadece ‘Efendi’ diye söz ediliyor.
SEN MİSİN KİLERCİSİYLE SELAMLAŞAN
Gaflet kurbanının yaka paça, yerlerde sürüklenerek götürülüşüne şahit olmasın mı Âkif! Döktürüyor...
Alıp sırf şu kesiti sunsaydı mahkemeye, rahatlatmaz mıydı Akın Bey’in elini:
“Ne manzaraydı İlâhî o gördüğüm sahne!
Beş on herif yapışıp bir fakîrin ellerine,
Sürüklüyor; öteden bir kadın diyor: Bırakın!
Kocam ne yaptı? Nedir cürmü, günâhsız adamın?
Zavallının büyük evlâdı öldü askerde;
İkinci oğlu da sürgün Yemen’de bir yerde.
Acıklı, göğsü sakat koyverin, didiklemeyin;
Günâhtır etmeyin oğlum, ayıptır eylemeyin.
‘Efendi’ kim, o ne bilsin? Bilirse hem ne çıkar?
Kilercisiyle uzaktan biraz hısımlığı var.
Geçende komşuyu görmüş, demiş selâm söyle.
Demek alınmayacak Tanrı’nın selâmı bile!
Köpek sürür gibi insan sürüklenir mi ayol?
....”
Paylaş