Paylaş
Bugüne kadar defalarca anlattım şöhretle ilişkimi.
İçimde iki kadın var dedim. Biri Ajda Pekkan, diğeri Ajda.
Ben başardım ikisini birbirinden ayrı tutmayı.
Karıştırsaydım eğer başka türlü olurdu durum.
Karışırdım belki de...
Söz niye şöhretten açıldı derseniz; Mümin Sekman’ın Her Şey Seninle Başlar kitabında bir bölüm dikkatimi çekti, paylaşmak istedim.
“Başarmak düz bir vadiden çıkıp, engebeli yamaçlardan geçip zirveye bayrak dikmektir” diyor kitapta. Ve şöyle devam ediyor:
“Gözünüzü zirveye diker, yönünüzü vadideyken seçer, yolunuzu yamaçta bulursunuz.
Yükseldikçe gördüğünüz manzara genişler.
Arada bir durur, başladığınız yere bakarsınız.
Kendi yolunu seçenlerin kaderidir.
Yükselmek için yüzünüzü zirveye çevirdiğinizde, vadidekilerden bazıları onlara sırtınızı döndüğünüz için size kızar.
Yükseldikçe iklim sertleşir, psikolojik sıcaklık düşer...
Bazen çıktığınız zirve daha büyük zirveleri görmenizi sağlar.
Vadideyken dağ sandığınız yer tepe çıkar.
Şaşkın bir halde, ‘Hepsi bu muymuş’ dersiniz içinizden.
Zirveye çıkmak yarışmaktır. Her gün farklı şekillerde unvan maçına çıkmaktır.”
Yukarıdaki satırlar çok hoşuma gitti.
Zaman zaman stüdyolarda ya da başka ortamlarda müzik dünyasına girmek isteyen gençlerle karşılaşıyorum.
Evet, çoğu müzik yapmak, şarkı söylemek istiyor ama galiba en çok da şöhret olmak istiyor.
Şöhret olmak kolay değil.
Yukarıda anlatıldığı gibi, her gün yeni bir eforla bir maça çıkıyorsunuz.
Disiplinli olmalısınız, çalışmalısınız, hem de çok çalışmalısınız...
Kendimi ‘şöhret’ kelimesinden yine ayrı tutarak söylüyorum; çok çalışmak, evet en önemlisi bu galiba. Hem de sızlanmadan.
Salı günü gece yarısına kadar dışarılardaydım, bir sürü toplantı, görüşme, provalar ve bir röportaj...
Gece 2-3 saatlik bir uykudan sonra sabah 6’da bu kez klip çekimi için düştük yollara...
24 saat sürdü... Sonra biraz uyku ve yine yapılacak işler listesi... Toplantılar, evle ilgili işler...
Liste yapsam uzayıp gider.
Ama hepsinin yapılması gerekiyor ve benim yapmam gerekiyor.
Yani şöhretsiniz diye size iltimas geçilmiyor.
Diyorlar ki; nasıl bu tempoyu kaldırıyorsunuz, yorulmuyor musunuz?
Evet, yorulabilirim. Ama mutluyum.
Çünkü sevdiğim bir işi yapıyorum.
Her şöhretli insan aslında kendi işinin işçisidir.
Hem de ağır işçisi.
Annem öldüğünde ben de sahnedeydim
Madem imrenilen (!) şöhretten başladık, oradan devam edelim.
Bir süredir ev taşıma işleriyle meşgulüm.
Yani yeni şarkı, klip heyecanı ve koşturmacası yaşarken, nelerle uğraşıyorum bir bilseniz.
Klip çekiminden döndüm, evin içi usta dolu. İş beklemiyor.
Elektrik tesisatından tutun da, televizyonun kanallarının ayarlanmasına kadar kalem kalem iş var yapılacak.
Bir usta diyor ki; “İş yarın biter.”
Ama bitmiyor. Çünkü mutlaka bir yerde bir aksaklık çıkıyor.
“Şu saatte geleceğim” diyor ama gelmiyor. Bugünün işi yarına kalıyor.
Ve ben bu curcunanın ortasında; Ajda Pekkan kimliğini unutmuş (nerede o klipte tüyler içinde uçuşan kadın?) vaziyette, işleri sıraya koymaya, bitirmeye çalışıyorum.
Ajda Pekkan yok, Ajda var artık...
Kolları sıvayıp (paçaları da) işlerin ucundan tutuyorum.
Ustalara, bitmeyen işlere bakınca Ajda Pekkan’ı, hani o klipte tüyler içinde uçuşan kadını hatırlıyorum.
Onun kimseyi bekletme ve oyalama gibi bir lüksü yok. Yani bugün bir çekim varsa, “Yarına bırakalım” diyemez.
Konser günü, “Yetişemedim, sahneye çıkamayacağım!” hiç diyemez.
Zaman beklemez, insan beklemez, konser beklemez. Söz verildiyse yapılır.
Perde kapanmaz. Starın işi budur.
Annemi kaybettiğim gece de sahnedeydim, anneannemi kaybettiğim gece de...
İçim kan ağlıyordu. Gözyaşlarımı yüreğime hapsettim. Gülmedim ama ağlamadım da sahnede... Dimdik ayakta durdum.
Çünkü benden beklenilen buydu. Çünkü o gece orada olmaya söz vermiştim. Çünkü o gece orada bekleniliyordum.
Çünkü o gece Ajda Pekkan’dım. Şimdi izninizle, evdeki işlere dönmem gerek.
Sevgiler, Ajda...
Paylaş