Paylaş
İlk kez babaannemin ağzından duymuştum. Şeker hastalığı nedeniyle ileri yaşlarda gözlerini kaybetmiş ve bu durumla barış içinde yaşamayı kabul edemediği için bol köpüklü öfkesine yenik, pembe beyaz tatlı-sert bir kadındı Adviye hanım. Evin tek küçüğü olarak hemen her hizmetini görürdüm. En efsunlu vazifem Adviyanımın gözleri olmaktı.
Başkalarının karanlığı
Sabahları erkenden gazetesinin bir kısmını okur, okula gider, dönüşte kaldığım yerden gazetesini okumayı sürdürürdüm. Babaannemin karanlığı benim aydınlanma maceramın itkisi olmuştur bir bakıma. Okuma alışkanlığım Adviyanımdan armağandır. Okurken yorulduğumda bir sohbet aralığı verir, çoğu bilmediğim anlamadığım meselelerden söz eder, dinleyerek soluklanmama izin verirdi. Belki becerebildiğim kadar dinlemeyi de ondan öğrendim. Bu dinleme dersine hala çalışıyorum. Bir defasında cesaretimi toplayıp ona niye bu kadar kızgın olduğunu sormayı becerdim. Yanıtı sorduğum soru kadar sıkıntılıydı. “Çünkü ölemiyorum. Ölmez ağacı gibiyim. Meyve vermeyen bir ölmez ağacı… Sıkılıyorum. Haydi tamamsan okumaya devam et!” Tamam değildim, ama ne yeni bir soru soracak cesaretim ne de onun çatışmasını kavrayacak birikimim olmadığı için okumayı sürdürdüm.
Çatışma (agon) hayatın sürekliliğini sağlayan temel itkilerden biridir. Her alanda çatışmadan söz ediyorum; düşünsel karşıtlıklar, yaşam biçimleri, inanç farklılıkları, menfaat uyuşmazlıkları, doğum-ölüm döngüsü, aşk ve nefretin ikilemi. Geniş anlamda her türlü karşıtlıklar…
Arkaik sanat!
Şimdilerde teknolojik gelişmelerin yalnızlığımıza servis ettiği yüzeysel parodilere düşkün kimilerinin “Arkaik bir sanat” diyerek burun kıvırdığı tiyatro sanatı, tarih boyunca insanı harekete geçiren tüm çatışmaların tanığı olmuş ve insanlığın ortak belleğini oluşturan bir gayri resmi tarih külliyatıdır. Tiyatronun koluna girip atlamalı zıplamalı kısa bir tarih turu yapalım mı?
Tarih turu…
MÖ 412’de; Atina Sparta ile savaşırken, Aritophanes savaşa son verilip anlaşma yapılması gerektiğini savunan “Barış” adlı oyununu yazmıştır.
Ortaçağ tiyatro düşüncesi üretkenlikten uzaktır. Durgunluğun nedeni, ortaçağda tiyatronun yasaklanması, kilisenin tiyatronun zararları üzerinde duyurular yaymasıdır. Ortaçağ karanlığının ardından Rönesans’la birlikte tiyatro küllerinden doğmuş, Shakespeare’le gönenmiştir. Shakespeare 1601’de yazdığı “Hamlet” ile ortaçağ feodal geleneklerine karşı Rönesans’ın aydınlanmış entelektüel değerler taşıyan insanı Hamlet’in çatışmasını yazdı. Oyunlarında gelişen kapitalizmle yıkılan feodaliteyi anlattı. Macbeth’inde burjuvanın Makyavelist düşüncesiyle feodalitedeki doğuştan gelen haklar düşüncesinin çatışması görülür.
Dünyanın doğusunda Japonya’da 1467 yılından başlayarak 17.yüzyıl başlarına kadar yoğun iç savaşlar yaşandı. 1596 Kabuki Tiyatrosu doğuşudur. Yaklaşık 150 yıl süren savaşlar halkı, ülkeyi yormuştu. Savaş yorgunu Japon halkının imdadına Kabuki Tiyatrosu yetişti. Bu dönemde Kabuki dansları tiyatral bir anlatım kazandı ve Kabuki Tiyatrosu’nun ilk evreleri oluştu.
1453’te İstanbul fethedildi. Osmanlı İmparatorluğu İstanbul gibi, Rönesans alimleri barındıran ve önemli bir ticaret limanı olan bir kentin mirasını devraldı. Avrupa ile kültür alışverişi gelişti. Bilim, felsefe, kültür ve sanatın gelişimi hız kazandı. Bu dönemde Osmanlı şenlikleri dikkat çekicidir. Rönesans Avrupa’sındaki benzerlerinden farkı yazılı bir metne sahip olmamasıdır. Gölge oyununun (Karagöz-Hacivat) siyasal eleştiri içermesi ve satirik üslubu nedeniyle Sultan Abdülaziz döneminde yasaklandığını da unutmayalım.
1848 Karl Marx Komünist Manifesto’yu kaleme aldı. 1895’de Anton Çehov Martı’yı yazdı. Oyun orta sınıfın ekonomik yükselişi ve para hırsıyla çökmekte olan geçmiş arasında kalan ve yıkılmak üzere olan Çarlık Rusya’sının son dönemlerinde geçer. Çehov karakterlerini orta sınıfın para hırsı ve ekonomik yükselişiyle bunalıma sürüklenen aydınlardan oluşturur.
1938 atom bombasına kaynaklık edecek uranyum çekirdeğinin ilk bölündüğü yıldır. Brecht “Galilei’nin Yaşamı” oyununu aynı yıl yazdı. Oyun şiddet ve baskı karşısında aydının sorumluluğunu işler. 1945’te Robert Oppenheimer atom bombasını geliştirdi. Bomba Japonya’nın Nagazaki ve Hiroşima şehirlerine atıldı ve binlerce sivil öldürüldü. İkinci Dünya Savaşı sona erdi. Hemen dört yıl sonra 1949’da Beckett, “Godot’yu Beklerken”i yazmıştır. Eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğunu bilinmeyen bir kimseyi veya "şeyi" beklemelerini konu alan oyun, absürd tiyatronun en önemli eserlerinden biridir.
Küçük tura katıldığınız için teşekkürler. Tiyatro, 2500 yıldır insana yürüdüğü yolda eşlik eden tek bütüncül sanattır. Bakmayın siz teknoloji yardımıyla şişirilmiş gösteriş budalalıklarına; tiyatro hiçle yapılabilen bir sanattır. İki kişi yeterlidir ritüelin ateş alması için. Biri oynar diğeri seyreder; hayat olur akıp giderler.
Tiyatro dayanıklı, kendine yeten ve kendi küllerinden doğabilen, insanlık aydınlandıkça onunla soluk alıp veren, serpilen, dönüşen, paylaşılabilen bir organizmadır. Tıpkı “ölmez ağacı” gibi… Bir güzel “oyun” gibi olsun ömrünüz…
Godot'yu beklerken
Paylaş