Paylaş
- “Aman 90’lara dönmeyelim” demiştim.
- “Hezeyana teslim olmayalım” demiştim.
- “Galeyana gelmeyelim” demiştim.
- “Vuralım, kıralım, yakalım, ne olacaksa olsun havasına girmeyelim” demiştim.
- “Mantığı savuşturmayalım” demiştim.
- “13 askerimizi kaybetmiş olmanın derin üzüntüsüne kapılıp sağduyuyu elden bırakmayalım” demiştim.
Demiştim de demiştim.
* * *
Dün yine acı haber geldi:
Bu kez Çukurca’da 10 şehit var.
Yine yürekler dağlandı.
Yine öfke haykırışları kapladı ortalığı...
“Ramazanın bitmesini falan bekleme, hemen vur” sesleri yükseliyor.
Dünden bugüne Türk devlet büyüklerinin yaptıkları “Bıçak kemiğe dayandı” tarzı klişe açıklamalar gündeme getirilip “Ortada kemik de kalmadı” deniliyor.
Sanki “Haydi vuruyoruz” dense iş bitecekmiş ve bütün sorun çözülecekmiş gibi... Yine ortalığı “Vuralım, bitirelim” sesleri kaplamış durumda.
Bu durumda benim aynı şeyleri tekrar etmek dışında söyleyecek bir sözüm yok.
- Ben yine “Aman 90’lara dönmeyelim” diyeceğim.
- Ben yine “Galeyan ve hezeyana kapılmayalım” diyeceğim.
- Ben yine “Mantığı savuşturmayalım” diyeceğim.
- Ben yine “Esaslı sorunlara esaslı çözümler bulmak gerekir” diyeceğim.
* * *
Diyebilirsiniz ki: “İyi ama senin söylediklerini yaparak da bir sonuç alınmıyor”.
Buna karşılık Mehmet Âkif’ten ödünç aldığım şu dizeyi yazmakla yetineceğim:
“Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”.
Neden ‘Sana ne’ diyorum
KANAL 7’de çalıştığım dönemde benimle yapılan bütün röportajlarda -hiç sekmezdi- hep aynı soruyla karşılaşırdım:
“Namaz kılıyor musun? Hacca gittin mi? Zekât veriyor musun? Kelime-i şahadet getirdin mi?” falan...
O dönem ısrarla ve inatla bu sorulara cevap vermezdim.
Çünkü ben kendimi o dönemde “normal bir gazeteci” kimliğinin içinde tarif ediyordum ve diyordum ki:
“Başka gazetecilere sormadıkları soruları niye bana soruyorlar ki?”
Bir de şu vardı tabii:
82 Anayasası’na göre bile “Hiç kimse dini kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz”.
* * *
Devir değişti, şimdi de benim “eski mahalle” sormaya başladı:
“Oruç tutuyor musun? Namaz kılıyor musun?” falan.
Bir insanın ibadetlerini yerine getirip getirmediği neden bu denli merak konusu olur, “bu neyin tecessüsüdür” anlamam mümkün değil.
Ama bildiğim bir şey var:
Eskiden “Oruç tutuyorum” demek bir dışlama sebebiydi, şimdi de belki “Oruç tutmuyorum” demek bir dışlama sebebi haline geldi.
Bense ibadetlerin “dışlama” gayretlerinin oyuncağı olmamasını tercih ettiğim için bu tür sorulara geçmişte olduğu gibi şimdi de “Sana ne” diye cevap vermeye devam ediyorum.
Pek emin değilim ama galiba iyi yapıyorum.
Çerçeveletip duvara asılacak bir açıklama
MALİYE Bakanı Mehmet Şimşek’in vergi müfettiş yardımcılarına hitaben yaptığı bir konuşmaya pek itibar edilmedi.
Oysa çok önemli bir konuşmaydı bu.
Maliye Bakanı Şimşek, konuşmasında “Yeni bir vergi denetim anlayışına geçiyoruz” diyor ve bu yeni anlayışı ortaya koyuyordu.
Bakan Şimşek’in “Vergi denetiminde yeni anlayış” olarak nitelendirdiği hususlar neler?
İşte açıklamada altını çizdiğim hususlar:
* * *
- ZULÜM ETMEYİN: “Siz tabii ki güçlüsünüz ama hiçbir şekilde zulüm yapma hakkınız yoktur. Hiçbir mükellefe şu veya bu nedenle zulmetmeyin”.
- GİRİŞİMCİ ÖNEMLİDİR: “Girişimci olan, kendi sermayesi ile risk almış, istihdam yaratan mükellef çok değerlidir ve ülkeye büyük katkılarda bulunmaktadır. Türkiye’nin petrol kaynakları yok denecek kadar az, doğalgaz ve diğer yeraltı zenginlikleri de son derece sınırlı”.
- GİRİŞİMCİYE SAYGI: “Türkiye’nin en değerli varlığı insan. Bu nedenle girişimcilere sadece saygıyla yaklaşılması gerekiyor”.
- MÜKELLEFE BAKIŞ: “Vergi denetimi yaparken mutlaka ve mutlaka mükelleflerimizi Türkiye’nin en değerli varlığı olarak görmemiz, bu gözlükle bakmamız lazım”.
- SİYASALLAŞMA YOK: “Vergi denetimi siyasallaşmamalı. Denetimler objektif bir şekilde, teknik düzeyde halkın menfaati neyi gerektiriyorsa o çerçevede yapılmalı. Mükellef hakları gözetilmeli”.
- MEVZUAT SADELEŞMELİ: “Bizim amacımız mükellefi yakalayıp cezalandırmak değildir. Mükellefi sadeleştirilmiş mevzuatla doğru şeyi yapmaya teşvik etmektir”.
- YENİ BİR ANLAYIŞ: “Yani özetle biz yeni bir denetim anlayışına geçiyoruz”.
* * *
Madem “vergi denetiminde yeni anlayış” budur.
O halde hem vergi mükellefleri, hem de vergi denetim elemanları bu açıklamayı çerçeveletip duvarlarına asmalılar.
Çünkü bu açıklama tam anlamıyla bir “referans metin” özelliğini taşıyor.
Sokak müzisyenleriyle dayanışma çağrısı
DUYDUK ki sıra İstiklal Caddesi’ndeki sokak müzisyenlerine gelmiş.
Duyduk ki belediye, sokakta müzik yapanlardan “onay kartı” istiyormuş, ancak onay kartı olanlar müzik yapabileceklermiş.
* * *
Hey Haluk Levent... Hey Aylin Aslım...
Yeni Türkü... Bulutsuzluk Özlemi... Manga...
Yavuz Bingöl... Erkin Baba... Moğollar... Mor ve Ötesi... Suavi... Nil Karaibrahimgil...
Ve diğer kardeşler ve de kız kardeşler!
Hepinizi ama hepinizi...
İstiklal Caddesi’nde belediye tarafından verilecek “onay kartı” almaya zorlanan sokak müzisyenleriyle dayanışmaya çağırıyorum.
Gitarını, bağlamasını kapan gelsin.
Suriye ile savaş ihtimali var mı?
VAR tabii... Olmaz olur mu?
Amerika sıkıştıracak bir kere.
Batı da isteyecek.
Türkiye’deki Amerikan yanlıları tempo tutacak.
Muhafazakâr kesimden bazıları “Suriye ve İran rejimleri Şii, biz Sünni’yiz” diyerek olaya dahil olacak.
Körfez sermayesi de işin içine girecek.
Ve bir “savaş cephesi” oluşacak. Buna mukabil...
Tıpkı Irak Tezkeresi’nde olduğu gibi... Yine bir “cephe” ortaya çıkacak. Tezkere olayında bu cephenin sesi, Meclis’i de etkileyebilmişti.
Bakalım bu sefer bu cephe yine “etkili” olacak mı?
Mihri Belli’nin ardından
MİHRİ Belli vefat etti. Onun 96 yıllık ömrüne sığdırdıkları şunlar:
Amerika’da boksörlük / Amerikan komünistleriyle dayanışma / Yunan İç Savaşı’na katılma / Meşhur komünist tutuklamalarının hepsinde tutuklanma / 8 kez hapse girme / Hapiste kendisi gibi tescilli komünist Sevim Tarı ile evlenme / 4 kez sürgüne gitme / Mahir Çayan, Deniz Gezmiş gibi isimlere yoldaşlık yapma - Milli Demokratik Devrim türü tezler / Fraksiyonlar arası çatışmalar / 12 Eylül’de kaçma / Yurda dönüp kurulu partilerden birine dahil olma / Bırakıp başka bir parti kurma...
* * *
Zülfü Livaneli’nin pek sevdiğim bir şarkısı vardır, “Bir insan ömrünü neye vermeli” diye...
Şöyle der şarkı:
“Bir insan ömrünü neye vermeli / Para mı onur mu taş diken bir yol / Ağacın köküne inmek mi yoksa / Savrulup gidiyor yaprak dediğin”.
Mihri Belli ömrünü “ağacın köküne inme”ye verdi.
“Halk Cephesi”nin yüksek müsaadesiyle kendisine “bin selam” demek istiyorum.
Paylaş