Paylaş
“Yerine göre giyinmek diye bir şey var”.
*
“Yerine göre giyinmek”...
Bu lafı işittiğim anda cinler tepeme çıkıyor!
*
Başörtülü kızlar üniversiteye, başörtülü kadınlar Meclis’e sokulmazlarken... Dönemin kodamanları da böyle derlerdi:
“Yerine göre giyineceksiniz... Her yerin bir adabı, bir kuralı var”.
Sakalın mı var? Askeri mıntıkalara sokmazlardı adamı... Niye? Çünkü sakal, askeri mıntıkaya uygun değildi!
Yani yine o kahrolası “yerine göre değil” yaklaşımı!
Yerine göre... Tamam da kimin yerine göre abi?
Mesela Cübbeli Ahmet’in yerine göre... Ömür Gedik, şu haliyle burnunu bile çıkaramaz sokağa...
Mesela İhsan Özışık’ın yerine göre... Ömür Gedik, bırak pantolon giymeyi, pantolonun yanına bile yaklaşamaz.
*
Herkesin üzerinde ittifak ettiği “yerine göre giyim” diye bir form olmadığına göre...
“Yerine göre böyle giyilir, yerine göre şöyle giyilir” falan diye bik bik yapmayacaksın Ömür Gedik.
Yoksa gözyaşları içinde gardırobundaki tüm pantolonları makasla kesmek zorunda kalırsın.
*
Ömür Gedik’e bir tavsiyem var:
Bu tür konular kafasına takıldığında şu iki sihirli sözü içinden 10 kere tekrar etsin:
BİR: Bana ne?
İKİ: Sana ne?
ÜÇ MADDEDE... İMAMOĞLU’NUN DİNİ VAKIFLARLA İLGİLİ KARARI
MADDE BİR: 25 sene önce İstanbul Belediyesi, dini vakıfları, dernekleri kapısından bile geçirmezdi. Zırnık koklatılmazdı bu yapılara... 25 senedir ise dini vakıfların, derneklerin büyük çoğu, sırtlarını İstanbul Belediyesi’ne dayamış durumdalar. Ekrem İmamoğlu, “Bundan sonra size kaynak yok” diyerek... Buna bir son vermiş oldu. Artık bu vakıflar, belediye kaynaklarına değil, halkın desteğine yaslanmak zorunda!
MADDE İKİ: 25 sene önce İstanbul Belediyesi, kendi ideolojik yaklaşımlarına uygun olarak laik cemaatleri, seküler vakıfları, dinsel yönü bulunmayan dernekleri beslerdi. Tabii o zaman kimsenin aklına “Sen ne hakla benim vergilerimle oluşan kaynakları, bana sormadan bu vakıflara, bu derneklere veriyorsun” diye sormak gelmezdi. Normalmiş gibi karşılanırdı bu durum. Bugünkü tartışmalarda bunu da unutmamak gerekir!
MADDE ÜÇ: Ekrem İmamoğlu’nun aldığı kararı sonuna kadar destekliyorum. Ama bir şartla! Dini vakıflardan, derneklerden kestiği kaynakları, laik ve seküler vakıflara ve derneklere aktarmaya kalkmayacak. Eğer aktarmaya kalkarsa... Attığı adım ilkesel bir adım olmaktan çıkar. Sadece musluğun yönünü değiştirmiş olur. Bu da her gelenin kendi adamlarını beslediği sistemin devam etmesi anlamına gelir ki hafazanallah!
ERİŞİM YASAĞI
BU çağda bir habere mahkemeden erişim yasağı konması...
O haberin bir kez daha gündemin en tepesine yerleşmesinden başka hiçbir işe yaramamaktadır.
Yapılması gereken şey şudur:
Salın gitsin!
PKK’NIN ORMAN YAKTIĞINA BİR TÜRLÜ İNANMAYANLAR
“PKK orman yakmış” diyorsun...
“İnanmam, katiyen inanmam” diyor.
*
“Yapma abi... Adamlar resmen üstlendi” diyorsun.
“Vardır bir bit yeniği” diyor.
“Kendi yayınlarında açıkladılar, hem PKK da yalanlamadı” diyorsun.
“Üstlenmiş olabilirler ama yakmamışlardır” diyor.
“İyi ama abi, yakmadılarsa niye üstlensinler” diyorsun...
“Hava atmak için öyle demişlerdir” diyor.
*
Tam “Yahu böyle hava mı olur? Orman yaktım diye caka satılır mı” diyeceksin.
Demiyorsun.
Çünkü değmeyeceğini fark ediyorsun.
HATIRALARIMDAKİ ŞULE YÜKSEL ŞENLER
DAHA ilkokula bile başlamamıştım...
Annem, Şule Yüksel’i ziyarete giderken yanına beni de almıştı... Girişken, atak ve aşırı sosyal bir çocuktum...
Annem, “Hadi Şule Hanım’a bir şiir oku” dediğinde...
Yerine göre olup olmadığına zerre dikkat etmeden “Atatürk Çocuğu” adlı bir şiiri okuyuvermiştim. Şule Hanım’ın gülümseyerek alkışladığını hatırlıyorum.
*
Aradan yıllar, yıllar geçti. Ben Kanal 7’de çalışmaya başladım...
Dostum Ramazan Özkan, “Şule Hanım’ı ziyaret etmek ister misin” diye sorunca... “Tabii ki” dedim.
Atladık gittik Şule Hanım’ın evine...
“Size şiir okumuştum” diyerek başladım çocukluk hatıramı anlatmaya... “Evet, sanırım hatırlıyorum” falan dedi ama hatırlamamıştı.
*
Bir efsanedir Şule Yüksel...
Hem şehirli, hem başörtülü olmak, onunla başlar... Konferans veren, gazetede yazı yazan ilk başörtülü kadın odur...
Yazdığı “Huzur Sokağı” romanı, muhafazakâr kesimde öyle bir fırtına estirmiştir ki... Herkes roman kahramanlarının isimlerini çocuklarına koymuştur... Bilal’ler, Feyza’lar, Hilal’ler... Hep o dönemden kalmadır.
Üstüne de çok gidilmiştir Şule Hanım’ın... Sorgulanmıştır, karakollara düşmüştür. Dönemin basını, onu aşağılamak için “sıkmabaş” tabirine, “Şulebaş” tabirini de eklemiştir. Çok ayıp etmişlerdir kendisine.
*
Vefat ettiği öğrendiğim anda küçük bir çocukken önünde şiir okuduğum yüzü geldi gözümün önüne hayal meyal...
Ne diyeyim? Allah rahmet eylesin...
IVANA SERT’E SERT BİR UYARI
İSTEDİĞİN şarkıyı katlet... İstediğin şarkının ağzını burnunu kır... İstediğin şarkıyı zulmün altında inlet... İstediğin şarkıyı perişan et...
Ama ne olur “Kum Gibi”yi rahat bırak. Çünkü...
“Kum Gibi”...
Kırmızı çizgimizdir.
Paylaş