Yedi maddede Uludere

- BİR: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sivil hükümetin emrinde olmadığı algısının iyi bir tarafı vardı:

Haberin Devamı

Yanlışlıkla bombalanan sivil hedefler söz konusu olduğunda hükümet, en azından “olay çok vahim, soruşturulmalıdır” falan derdi. Ortaya çıkan vahim tabloyu da pek üzerine alınmazdı.

- İKİ: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sivil hükümetin emrinde olduğu algısının iyiden iyiye yerleşmesinin ise çok kötü bir tarafı oldu: Uludere olayı karşısında hükümet sustu kaldı. Etkili bir çıkış yapmadı. Kısacası ortaya çıkan vahim tabloyu hafiften üzerine aldı.

- ÜÇ: En çok şunu merak ediyorum: Hükümet yanlısı medya ne yapacak? Eskiden olduğu gibi yine “Ordu’nun beceriksizliği” ya da “Ergenekon’un oyunu” gibi teoriler üretecek mi? Yoksa “öldürülenler PKK yanlısı kaçakçılardı” falan mı diyecek?

- DÖRT: Bir kez daha anladık: Güvenlik politikalarına abanmanın tehlikeli sonuçları olabiliyor. Hele azıcık başarı sağlanınca bir havaya girme durumu söz konusu oluyor ve dikkat elden kaçıyor. Dikkatin elden kaçması ise 35 cana mal oluyor.

- BEŞ: Bazıları çocuk yaşta 35 köylü, F-16’lardan atılan bombalarla hayatını kaybetti. Bu olay nedeniyle sadece Kürtler mi yas tutacak? Yanlışlıkla öldürülenler bizim bir parçamızsa yası ulusça tutmalıyız... Bırakalım Kürt’ü, Türk’ü, PKK’yı, siyaseti falan... Hep birlikte yas tutalım.

- ALTI: Yapılan bir hatadır. Hem de çok vahim bir hata... Peki yetkililerimiz, neden bir özür bile dilemezler? Neden hatayı açıkça ifade etmezler? Hatayı itiraf etmek ya da özür dilemek için ille de olayın üzerinden 40-50 sene mi geçmesi gerekmektedir? “Vahim olaylarla ancak üzerinden yıllar geçtikten sonra yüzleşme yaşanır?” diye bir kural mı var?

- YEDİ: Öldürülenlerin sayısından mı, yoksa haberlerde “kaçakçı” sözcüğünün fazlaca vurgulanmasından mı bilinmez, Uludere olayının duyulmasının ardından herkesin diline düştü Ahmed Arif’in “33 Kurşun” şiiri... Sorgusuz sualsiz kurşuna dizilen 33 köylü... Sorgusuz sualsiz bombalanan 35 köylü... Tek eksik: Olayın şiirini yazacak Ahmed Arif gibi bir şair...

Haberin Devamı

Merak ediyorum

- Merak ediyorum: Milliyet ve Vatan’ın ortağı Ali Karacan, diyelim ki sonuçta Milliyet ile Vatan’ın tek sahibi olmayı başardı. Peki Ali Karacan, kendisine alenen “git başımızdan” diye seslenen Milliyet ve Vatan yazarlarıyla nasıl çalışacak?

- Merak ediyorum: Keşan Müftüsü’nün en fazla gülünüp geçilecek Noel Baba açıklaması, bazıları tarafından neden bu kadar ciddiye alındı? Mavraya susamışlık ile izah edilebilir mi bu durum?

- Merak ediyorum: Mehmet Ali Erbil’in kısırdöngüsü yine işlemiş: Van gafı nedeniyle programına son verilmiş. Mehmet Ali Erbil için acaba ne zaman “yeni bir program / yeni bir gaf / yeni bir son verme” olayı yaşanacak?

- Merak ediyorum: Her türlü kepazelik ve rezalet karşısında kılı kıpırdamayan, gıkı çıkmayan halkımız, neden sadece milletvekili maaşları konusunda hareketleniyor?

Haberin Devamı

Şamil’i tehdit etmişim

AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar, kendisiyle ilgili yazdığım son yazının ardından kayıplara karışmıştı.

Nihayet dün sabah piyasaya çıkmış.

Bir televizyon programında benim kendisini tehdit ettiğimi söylemiş.

Güya kendisine “Hakkında öyle şeyler yazarım ki insan içine çıkamazsın” demişim.

Böyle bir şey dedim mi?

Bu soruya cevap vermek için Şamil Tayyar’la aramızda geçen e-mail yazışmalarının kayıtlarını ortaya koymam gerekiyor.

Yazışma trafiğinden “ilgili” bölümleri aynen aktarıyorum:

- ŞAMİL TAYYAR: İkimiz de çok iyi biliyoruz ki eleştiriyle hakaret aynı değildir. Beni istediğin gibi eleştirebilirsin, en ufak itirazım olmaz. Belki o eleştiriden yararlanır, kendime çekidüzen veririm. Maalesef benimle ilgili yazılarında sürekli müstehzi, dalgacı, aşağılayıcı, tahkir edici ifadeler kullandın. Kimi zaman hakaret ettin, ilk ismimle hitap ederek bu tavrını pekiştirdin.

- AHMET HAKAN: Ben sana hiçbir zaman “kalın kafalı” demedim. Bariz bir hakarette bulunmadım. Eğer böyle düşünüyorsan mahkemeye verirsin. Ben müstehzi isem sen de müstehzi ol, ben alay ediyorsam sen de alay et. Ama bunlarla hakareti birbirine karıştırma. Bunlar nihayetinde bir üsluptur. Üslubumdaki alaycılık, müstehzilik sadece seninle ilgili yazdıklarımda ortaya çıkmıyor ki...

- ŞAMİL TAYYAR: Benim tavrımı dalgacı bir üslupla Tayyip Bey’e karşı teste tabi tuttun. Siyaseten bedel ödemeyi göze aldığım ilkeli yaklaşımı küçümsedin. Başka biri olsa kahraman yapardınız, şahsım mevzu olunca ti’ye aldınız.

- AHMET HAKAN: Sen artık gazeteci değilsin, siyasetçisin. Dolayısıyla senin tavrını, siyasi liderine karşı teste tabi tutmak, bizim en doğal hakkımızdır. Ne hakkı yahu! Bizim işimizdir bu. Liderinle teste tabi tutulmak istemiyorsan siyaseti bırakırsın. Ya da sonuçlarına katlanırsın. Ama sen hem “kahraman” olmak, hem de “teste tabi tutulmak” istemiyorsun. İkisi birden olmaz.

- ŞAMİL TAYYAR: Prensibim şudur: Hakaret edersen iki misli cevap alırsın, efendi olursan iki adım yaklaşırım.

- AHMET HAKAN: Eğer benim müstehzi üslubum karşısında efendiliğini bozup iki katı cevap vereceksen bu senin için çıkmaz yol olur. İki katının seni utandıracağı şeyler yazarım, işin içinden çıkamayabilirsin.

- ŞAMİL TAYYAR: Güzel... Tehdidi de öğrenmişsin. Beni tanımıyorsun, bu konuda en az senin kadar mahir olduğumu unutma. İstersen Odatv tutanaklarından başlayalım. En iyisi boş ver, başın belaya girer, bir şey olur, benden bilirsin.

- AHMET HAKAN: Maksadım tehdit değildir. Kimseyi tehdit etmem ben. Kişiliğim müsait değil. Sana sadece “iki katı” üzerinden bir şey söyledim. Yani ben sana istihza yapınca, sen bana “kalın kafalı”, “şerefsiz” diyorsun ya... Bu durumda ben de sana “kalın kafalı”, “şerefsiz” falan dersem sen ne karşılık vereceksin? Bunun “iki katı” ne olacak? Ana avrat mı gideceksin? Bunu demek istedim. Ama sen düpedüz tehdit ediyorsun. Odatv falan... Odatv tutanaklarını açmazsan namertsin. Aç bakalım. Hiç durma”.

* * *

Haberin Devamı

Okudunuz.

Benim yazdıklarım da ortada...

“Milletvekili” sıfatını taşıyan bir şahsın “kızdırma, yoksa açarım dosyayı” türü aleni tehdidi de ortada...

Bu bariz tehdide rağmen...

“Ahmet Hakan beni tehdit etti” şeklindeki üste çıkma çabası da ortada...

* * *

Sanırım Şamil Tayyar ile aramızda şöyle bir fark var:

Biri bana “sen beni tehdit ettin” deyince...

Ben acayip alınıyorum, kendimi hakarete uğramış gibi hissediyorum, tehdit etmeyi kendime hiç ama hiç yakıştıramıyorum.

Ama biri Şamil’e “sen beni tehdit ettin” dediğinde...

Şamil’in umurunda bile olmuyor.

Hal böyle olunca...

Benim Şamil’le başa çıkmam asla ve kata mümkün olamıyor.

Yazarın Tüm Yazıları