Paylaş
- “Başörtülü öğretmen” için “Ama çocuklarımıza bir kıyafet aşılıyor” diyenler ile “mini etekli öğretmen” için “Ama çocuklarımıza kötü örnek oluyor” diyenler dayıkızıdır.
- Başı açıklığı “normal” olarak görenler ile başı kapalılığı “normal” olarak görenler, aralarında anlaşamasalar da halaoğludur.
- Kılık kıyafet konusunda “sınırlama, düzen ve intizam” talep edenler ile yapılan her türlü gösteriyi “düzen bozma, terör ve marjinal iş” olarak görenler aynı aşirettendir.
- “Kapalılık” üzerinden kılık kıyafet teftişine çıkanlar ile “açıklık” üzerinden kılık kıyafet teftişine çıkanlar üvey de olsalar kardeştir.
- “Ya sev ya terk et” diyenler ile “Git ormanda yaşa” diyenler yarım asırlık evli çift gibidir.
- “Sadece kendine Müslüman” ile “Sadece kendine özgürlük isteyen” ana bir baba bir kardeştir.
Gençlerin ölümü
- “BİRİLERİ gençlerin ölmesini istiyor,
onu eleştiriyorum. Ben vicdanlı karikatüristim” diyen karikatürist.
- “Gençlerin ölümünü propagandaya dönüştürmek isteyenler var” diyen köşe yazarı.
- “Bizim lafımız ölen gençlere değil,
onları ölüme yollayanlara” diyen analist.
Size sesleniyorum:
Madem genç ölümlerine bu kadar duyarlısınız.
Sizi neden Eskişehir’in göbeğinde sopalarla dövülerek öldürülen genç için karikatür çiziktirirken, köşe yazısı karalarken, analiz patlatırken göremiyoruz?
Neden ha, neden?
Barış Ödülü için bu akşam Lütfi Kırdar’dayız
TÜRKİYE Barış Meclisi bu yıl ilk kez bir “Barış Ödülü” veriyor.
Amaç: Savaşın ve savaşçılığın prim yaptığı şu ortamda barışı ve barışçılığı özendirmek, yükseltmek.
Ödülü kazananın belirlenmesinde hiç haddim olmadığı halde benim de katkım oldu, jüride yer aldım.
Ve sevinerek şunu fark ettim:
Bu ülkede “Barış Ödülü”nü hak eden ne kadar da çok isim ve kurum varmış.
Bütün jüriler seçim yaparken zorlanır, ama bizim jüri gerçekten zorlandı.
*
“Barış Ödülü”nü kimin kazandığı bu akşam Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen törende belli olacak.
Bu ilk ödül, barış için büyük bedeller ödeyen merhum Kürt siyasetçi Orhan Doğan adına verilecek.
Sahnede ödülü Yaşar Kemal takdim edecek.
Orada olacağız.
İslami güzellik yarışması
ENDONEZYA’nın başkenti Cakarta’da “İslami güzellik yarışması” düzenlenmiş.
*
Yarışmayı düzenleyenler bir “şartname” hazırlamış.
Buna göre yarışmaya katılmak için tek bir “şart” var:
Ruh güzelliği.
Yani yaş, boy, kilo falan gündem dışı...
¡
*
Ama neticede buna uyulmamış tabii.
Yarışma günü yaklaşınca “fiziksel özellikler” bir anda birinci plana geçivermiş.
Nasıl olmuş bu?
Çünkü organizasyonu düzenleyen ticari firma, yani parayı bastıran kuruluş, derhal bir ek şartnameyi yürürlüğe sokuvermiş.
Bu ek şartnamede “fiziksel özellikler” pek bir mühim hale getirilmiş: Yaş, kilo, boy falan.
*
E mübarek!
Sen başkalarının dünyasına ait bir olayı, gayet lüzumsuz bir şekilde kendi dünyana uyarlamaya çalışırsan...
Yaş da, kilo da, boy da kirletilmiş bir mendil gibi fırlatıp atar senin ruh güzelliğini.
Uyarı
MEHMET Barlas yazı yazmış.
Demiş ki:
“Aydın Doğan yazarlarını uyarsın”.
*
Kişi herkesi kendi gibi sanır.
Ancak uyarıyla yazı yazmayı içine sindiren bir adam, başkalarının da uyarıyla yazı yazacağını zanneder.
*
12 Eylül’ün zulüm günlerinde 12 Eylül’ün kudretli generali Kenan Evren’i malikânesinde ağırlardı Mehmet Barlas.
O buluşmalarda Kenan Evren kendisini uyarır mıydı acaba?
Belki de Mehmet Barlas, Kenan Evren’e “Paşam şu köşe yazarlarını biraz uyarsanız, kulaklarını çekiverin şu yaramazların. İşten attırın, hapse tıkın” falan derdi.
*
Sonuç?
En liberal, en demokrat geçinenimiz patrona yazar gammazlayıp “Uyar” diyor.
Gerçekten de çivisi çıktı Türkiye’nin.
Geri kalmışlığı anlamanın 9 yolu
- BİR: Yayalar değil de hep arabalar düşünülüyorsa...
- İKİ: Başarılar “bizim başarımız” diye açıklanırken, başarısızlıklar “dış mihrak” diye açıklanıyorsa...
- ÜÇ: Demokrasi paketleri demokratik yöntemlerle oluşturulmuyorsa...
-DÖRT: Muhalefettekiler “ezmek” için sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlarsa...
-BEŞ: Hiçbir tartışmada “Bu söylediğiniz fikrimi değiştirmeme yol açtı” gibi bir cümle kurulmuyorsa...
- ALTI: Siyaset topluma hizmet etmek amacıyla değil topluma yön vermek amacıyla yapılıyorsa...
-YEDİ: 40 yıl başörtüsü tartışması yapılıyorsa...
-SEKİZ: El Kaide’nin sınırdaki komşu olduğu gün hükümet erbabından çıt çıkmıyorsa...
-DOKUZ: Sosyal medyaya parti emriyle giriliyorsa...
Türkiye’de sağcı Almanya’da solcu
ALMANYA’da seçim var.
Ve bakıyoruz:
Her zaman olduğu gibi yine Türkiye’de kalpleri sağa doğru çarpan gurbetçilerimizin, Almanya’da kalpleri sola doğru çarpmakta.
- Türkiye’de koyu AK Partili Hacı İsmail Amca, Almanya’da oyunu Sosyal Demokrat Parti’ye veriyor.
- Türkiye’de sonuna kadar “AK Genç” olan genç gurbetçimiz, Almanya’da “ille de Yeşiller” diyor.
- “Bizim Almanya’daki karşılığımız Hıristiyan Demokrat Parti’dir, oyları ona yağdıralım” diyen yok.
Ne iş?
*
Şu açıklamayı duyar gibiyim:
Ne iş olacak?
Türkiye’deki sol, Almanya’daki sol gibi olmadığı için ahali orada sola, burada
sağa oy veriyor.
Durum bundan ibaret...
*
Durum bundan ibaret mi gerçekten?
Acaba başka bir faktör devrede değil mi?
“Türkiye’de sağcı/Almanya’da solcu” olmak, mesela “işine geldiği gibi davranmak” olarak yorumlanamaz mı?
Türkiye’de muhafazakâr, milliyetçi, maneviyatçı politikaları uygulayan partinin peşinden gidenler, Almanya’da bu türden politikaların yabancı düşmanlığına yol açtığını gördükleri için sola meylediyor olamazlar mı?
Yani Türkiye’de kendilerine gayet hoş gelen politikaları, Almanya’da varlıklarını ve geleceklerini olumsuz yönde etkileyen politikalar olarak görüp değerlendiriyor olamazlar mı?
“Almanya’da solcu/Türkiye’de sağcı” olmalarının gerekçesini böyle açıklayamaz mıyız?
Paylaş