SİBEL CAN: Zaten kısa olan eteğin kasten daha da yukarıya doğru çekiştirilmesi... Ardından da "Aman Sulhi beni kesecek" şeklinde yapay mı yapay bir elektrik yaratma girişimi...
Ya da "Teknede kasten yakalanma" ve ardından da "Çocuklar siz ne hınzırsınız, yine yakaladınız beni! Akşam evde olay var" şeklinde "sahte endişe" gösterileri... Ve en sonunda "Bu işlerde epey ekmek var" kaygısıyla "Tombul Sibel" tarzı başlıkları bile göze alıp yapılan havuz başı oyunları... Dikkat! Dikkat! Bunun adı "trajedi"dir. "Senden geçti artık be güzelim" tarzı bakışlara yönelik dramatik bir "Daha bende çok iş var" haykırışıdır. Çaresiz bir meydan okuma girişimidir. İşte bu yüzden trajiktir. İşte bu yüzden acıklıdır. Daha fenası bu saatten sonra bu tür girişimlerin dozajının artma ihtimalidir.
NURSELİ İDİZ: Kendisine sorarsanız "13 kilo fazlası" varmış... İster istemez iyi niyetle şunu düşünüyoruz: 13 kilo fazlaya rağmen onca kameranın, fotoğraf makinesinin önüne çıkmaya cesaret edebiliyor! İşte kendisini yaşamın doğal akışına bırakabilmiş, kendisiyle barışık bir alem kadını! Evet, tam da kendisini bu şekilde sevgi ve saygıyla selamlayacakken, bizimki "genç sevgilisi" ile birlikte basın toplantısı yapıp, fazla kilolu halini tekzip etmeye kalkışmasın mı? Çıkıp, "6 ay içinde 13 kilo vereceğim" falan diye "beyanat" vermesin mi? Ve daha da kötüsü, fazla kilolarının bir kamusal mesele olarak algılanabileceğini zannetmesin mi? Durum o kadar acıklı ki, insanın "Takma kafana Nurseli! Yeter ki için temiz olsun" diyesi geliyor.
AJDA PEKKAN: Sesiyle, yorumuyla alemin tozunu attırmış bir kadının, gelip dayandığı son nokta, "Bu yaşta böylesi!" tarzı tepkilere yol açacak "planlı erotik yaramazlıklar" mı olmalıydı? Çığırlar açmış bir kadın, "Ajda hálá taş gibi" şeklinde atılan başlıklara fit mi olacaktı? Peki bir insan ne ister? "Sanatçı ölümsüzlüğü" mü? Yoksa yapay müdahalelerin katkısıyla "Beden ölümsüzlüğü" mü? Son konserlerinde çektiği numaralara bakacak olursak Ajda Pekkan tercihini yapmıştır. Düşünün: Memleketin en büyük yorumcusunun alamet-i farikası, eşsiz şarkı yorumları değildir artık. O artık, nafile bir çabanın peşindedir. Ölümsüz olmak istemektedir. Direnişi yazgıya karşıdır, doğaya karşıdır. Ve işte bu açıdan, gayreti acayip trajiktir. Son konserlerinde çekilmiş fotoğraflarına bakarken, içimizin bir tuhaf olması belki de bu yüzdendir.
Bir dolandırıcının ölümü
SÜLÜN Osman, "Köyden indim şehre" döneminin dolandırıcısıydı.
Sonra...
"Köyden inenler", şehre alışıverdiler.
Galata Köprüsü’nün tapusunu almak için Sülün Osman’a para bayılanlar, artık şehrin tüm numaralarını çakmaya başlamışlardı.
Böylece Sülün Osman, iş yapamaz hale geldi ve sahneyi terk etti.
Bu kez biraz daha sofistike yöntemler deneyen bir "Dolandırıcılar Kralı Rocky" çıktı piyasaya.
Ama memlekette "uyanık" oranı arttıkça Rocky de iş yapamaz oldu.
Tam "Buralarda herkes uyanık olmuş birader" havası esmeye başlamıştı ki, bu tezi allak bullak eden bir "devrimci dolandırıcı" çıktı ortaya:
Selçuk Parsadan.
Yöntemi gayet basitti:
Türk siyasetindeki "asker-sivil ilişkisi"nin inceliklerini kavramak ve bunun üzerinden iş tutmak.
Mesela...
Kendini "emekli general" olarak tanıtıp dönemin başbakanı Çiller’i aradı. "Kemalistler Birliği" diye bir dernek kurduğunu söyleyip yardım istedi.
Böylece "örtülü ödenek"ten yüklü bir parayı götürdü.
Nasıl yaptı? Nasıl başardı? Belki bunlar meslek sırrıydı.
Ama işin sır olmayan kısmı şuydu: Adam, bu memlekette başbakanın, içinden "Kemalist" sözcüğünün geçtiği bir "emekli general" ricasını yerine getirip yerini sağlama almaya çalışacağından emindi ve bu açık kapıdan girdi.
Sonrası herkesin malumu.
Medyanın da kullanıldığı acayip, tuhaf ama müthiş eğlenceli bir şov!
Tam da "Sahi bir Selçuk Parsadan vardı, ne oldu?" demeye başladığımız bir günde öğrendik ki Selçuk Parsadan ölmüş.
Ne diyelim? Allah taksiratını affetsin.
Ayşe Kulin, çekil aradan
YILMAZ Erdoğan’ın mektubuna bir destek de Ayşe Kulin’den gelmiş.
Diyor ki:
"Geçen yıl yayınladığım ’BİR GÜN’ adlı romanımda Türklerle Kürtlerin barışması için çığlık çığlığa yalvarmıştım. Durun, durdurun demiştim. Bazıları mesajımı pek küçümsediler."
Ayşe Kulin’e kurduğu bu cümlelerdeki "iki katmanlı" hatayı bilmem anlatabilir miyim?
Ben yine de bir denemede bulunayım:
Ayşe Hanım...
Bir roman yazarı olarak, politik mesajların roman sanatını ne denli zedelediğini bilmeniz gerekirdi. Eğer politik bir mesajınız varsa, makale yazarsınız ya da Yılmaz’ın yaptığı gibi, mektup yazarsınız, mesele kalmaz.
Ayrıca sizin mesajınızın küçümsenmesinin nedeni, attığınız çığlığın içselleştirilmemesinden ve yapaylığından kaynaklanmaktaydı.
Yılmaz’ın çığlığı ise içselleştirilmiş bir çığlıktır.
Aradaki farkı şöyle özetleyelim:
Sizin çığlığınız, ayağa diken batmadan atılan bir çığlık gibiydi. Küçümsenmesi bundandır.