Tek bir yaşam tarzını "çağdaş" diye kutsayıp, diğer yaşam tarzlarına "çağdışı" muamelesi çekmenizi, en başta çağdaşlığa yakıştıramadığımdan, oldum olası sizi kendime pek yakın hissetmedim... Sanırım benzer nedenlerden dolayı siz de beni kendinize hiç yakın hissetmediniz...
Zihinsel uzaklık vardı aramızda Türkan Hanım... Heyecan farkı... Misyon farkı... Hayata bakış farkı...
Uzaktık birbirimize yani...
Ama Türkan Hanım, hani bazen büyük "fikir ayrılıkları" yaşadığımız insanlara karşı derin bir saygı duygusuyla dopdolu oluruz ya... Ne yalan söyleyeyim, içimde size karşı hep böyle bir saygıyı muhafaza ettim...
İnatçılığınıza saygı duydum... Yılmamanıza saygı duydum... Çelişkilerinizi sevdim... Cüzamlıya karşı merhametinize bayıldım... Kansere karşı geliştirdiğiniz direnişe şapka çıkardım...
En ayrımcı cümlelerinizin arasına sıkışıp kalan insancıl tonu yakalamayı sevdim...
Hayatınızın son deminde maruz kaldığınız haksızlık karşısında sergilediğiniz o büyük metanete gıpta ettim...
"At Kız" adını verdiğiniz anı kitabınızı okuyup bitirdiğimde ise zaaflarınızı anlatma cesaretinize hayran kalmıştım...
Kekre değildiniz... Nobran da değildiniz... Aksi de değildiniz...
Oturup biraz konuşabilseydik, sanırım "İnsan, insan olmalı önce... Fikir ayrılığı dediğiniz nedir ki?" noktasında anlaşabilirdik.
Kısmet değilmiş Türkan Hanım...
Ama şu kadarını söyleyeyim: Hayat sizden razıdır... Ben de bunun tanıklarından biriyim...
Aklı karışıklar için Ergenekon rehberi
"ERGENEKON" konusunda aklınız çok mu karışık?
Tam da "Baştan sonasaçma" derken, toprağın altından fışkıran silahları görüp "Vay... Vay... Neler dönmüş yahu?" noktasına mı geliyorsunuz?
Tam da "Bu savcılar gözü pek adamlarmış doğrusu" derken, gelen yeni bir gözaltı dalgasıyla "Ama bu kadarı da fazla artık" noktasına mı savruluyorsunuz?
O zaman alın size ilaç gibi bir "rehber makale"...
Ahmet İnsel’in Birikim Dergisi’nin Mayıs 2009 sayısında yayınlanan, dünkü Radikal’de de alıntılanan makalesini kendinize kılavuz yapın, kafanız rahatlasın...
İşte size, "Kaptan Ahmet İnsel" kılavuzluğunda, "Ergenekon’a nasıl bakmalıyız?" sorusunun beş maddelik mis gibi yanıtı:
* * *
BİR- Ergenekon Davası, Cumhuriyet tarihinin en önemli davasıdır... Türkiye’nin demokratik geleceğini belirleyecektir.
İKİ- Ergenekon Davası’nın önemi, siyasi iktidarın veya iktidar destekçisi bazı çevrelerin öç alma girişimlerinde bulunma tehlikesini göz ardı etmemize yol açamaz. Risk şudur: Ergenekon Davası, işlenmiş somut suçlardan hareketle yürütülen bir ceza davası olmayı aşarak, bir "zihniyet dünyası"nı cezalandırmayı hedefleyen bir davaya dönüşüyor...
ÜÇ- Demokratik bir toplumda, ideolojik arka plan bir ceza suçu karinesi olamaz... Mesela Türkan Saylan’ı, "Her yaptığını ideolojik olarak anlamlandıran ve militanca yapan biri" olarak değerlendirmek bir şeydir, bu değerlendirmeyi bir suç karinesine payanda yapmak başka bir şeydir...
DÖRT- Silahlı şiddeti örgütlemiş, cinayet işlemiş, cinayete azmettirmiş, silah depolamış kişiler suçludur. "Darbe yapalım mı?" diye toplanan kuvvet komutanları da suçludur. Ancak silahlı herhangi bir kalkışma hazırlığı içinde olmadan, sadece zihni yakınlık nedeniyle darbeci çevrelerin örgütlediği yasal eylemlere katılmak demokraside suç olamaz.
BEŞ- Ergenekon Davası, bir aşamaya kadar getirilmiş bir darbe hazırlığının ve cinayet, suikast ve tedhiş eylemlerinin yargılandığı bir dava olmalıdır. "Darbeyi besleyen zihniyet" ile mücadele etmek ise mahkemelerin değil, demokrat güçlerin görevidir. Aksi tavır, yargıyı siyasal mücadelenin vurucu silahı haline getirir.
Benim müsteara ihtiyacım mı var?
"İSLAMİ cenah"ın madrabazlığıyla meşhur gazetesi Vakit, güya son günlerin en büyük sırrını ifşa ediyor...
Sürmanşetten girmişler haberi... "Ahmet Arsan, aslında Ahmet Hakan’dır" diyorlar...
Madrabaz kişiyi nasıl bilir? Tabii ki kendisi gibi...
Oysa biraz saksıyı çalıştırsalar, İslami cenahın arka planını yazmak için benim bir "müstear" ismin arkasına sığınarak "kolpa" çevirmeye gerek duymayacak karakterde bir adam olduğumu gayet iyi anlayacaklar...
Hamakat böyle bir şeydir işte...
Oysa açıp baksalar bu köşenin arşivine... Görgüsüzlüklerini, şapşallıklarını, ikiyüzlülüklerini, vicdansızlıklarını, cehaletlerini, çirkinliklerini, insafsızlıklarını nasıl da adlı adınca yazdığımı gayet iyi görürler.
Sanki karşılarında akmaz kokmaz, bulaşmaz, korkak, pısırık biri var...
Sanki ben, kahve köşelerinde konuştuklarını gazete sütunlarında yazma cesareti gösteremeyen sünepe yazarlardan biriyim...
Vakit Gazetesi, meczuplara beni defalarca hedef gösterdiği halde, bir kere bile korkup çalıyı dolaşmaya kalkmamışım, bu saatten sonra mı "takma isim" arkasına sığınacağım?