Tuncay Özkan’la buluştum

HAPİSTEN çıktığı günden beri buluşmak istiyordum Tuncay Özkan’la.

Haberin Devamı

Geçmiş olsun demek için, muhabbet etmek için, nasıl bir ruh halinde olduğunu öğrenmek için, eski günlerden söz etmek için, yeni günlerin onun için neler getireceğini anlamak için...
Hepsinden önemlisi:
İnsani bir temas için.

*

Tuncay Özkan’la geçmişte dostluğumuz da oldu, düşmanlığımız da.
Geçmişte evine gitmişliğim de var, rast gelip gördüğümde kaçıp uzaklaşmışlığım da.
Fikirlerimiz, dünyaya bakışımız, yaşam algımız, üslubumuz...
Çok az örtüştü, çok fazla karşı karşıya geldi.

*

Ama bir zor zanaat olan hapislik, bir büyük haksızlık olarak devreye girdiği andan itibaren...
Gerilimler, gerginlikler, düşmanlıklar, öfkeler, kırgınlıklar, fikir ayrılıkları, üslup farkları falan devreden çıkıyor.
Yerini dayanışma alıyor, dostluk alıyor, insani duygular alıyor, empati alıyor, muhabbet alıyor.
İyi ki de alıyor.
Çünkü başka
türlü nasıl insan kalabiliriz ki?

Haberin Devamı

Tuncay Özkan’la buluştum

*

Bir buçuk ay olmuş hapisten çıkalı Tuncay.
Sanırım bir buçuk ay boyunca hep anlatıyor:
Cezaevi günlerinin acılarını anlatıyor, duruşma salonunun gaddarlıklarını anlatıyor, kızı Nazlıcan’ı anlatıyor, maruz kaldığı haksızlıkları anlatıyor.
Buluştuğumuzda da aynısı oldu:
Otomatiğe bağlamış gibi başladı hepsini anlatmaya.
Öfkesini kaybetmemiş bir sükûnetle anlattı.
Bağışlayıcı ama unutmamaya kararlı bir edayla anlattı.
Dinledim, hepsini dinledim.
Öfkesine, heyecanına, duygusallığına eşlik ederek dinledim.

*

Bir zamanlar “biz kaç kişiyiz” diye sormuştu Tuncay.
“Biz” diye tarif ettiği insanları, diğerlerinden ayırarak, ayrıştırarak.
Bunun ne denli yanlış olduğunu fark ettiğini söyledi.
Ve ardından da ekledi:
“Benim için artık iki tür insan var: Vicdanlılar ve vicdansızlar. Artık insanları sadece bu açıdan ayırıyorum”.

*

Cezaevi sürecinin ardından şöyle bir Tuncay Özkan’la karşılaştım:
- Özeleştirisini hem de en keskin bir şekilde yapmış biriydi o.
- Yenilenmişti ve yeni şeyler söylüyordu.
- Sakinleşmişti ve gülümsüyordu.
- Haksızlık yapmamayı hayatının en anlamlı tavrı haline getirmişti. Kendisine haksızlık yapanlara bile haksızlık yapmayı aklının ucundan bile geçirmeme aşaması.
- Öfkeli, cerbezeli, intikamcı değildi. Durmuş oturmuşluk gelmişti üzerine. Ağırbaşlılık.
- Mücadele azmini kaybetmiş falan değildi. Yaptığı şuydu: Daha düzgün bir mücadele ahlakı içinde olmaya çalışmak.

*

Haberin Devamı

Bu halini çok sevdim Tuncay Özkan’ın.
Şöyle dedim içimden:
“Ona zulmedenler, ona her açıdan kaybettirmek istediler ama bunu zerre kadar başaramadılar. Çünkü Tuncay Özkan zalimlere inat her açıdan çok şey kazandı”.

İstanbul’daki Venedik

BİR konut projesinin reklamı duruyor önümde.
- İstanbul’a Venedik’i getiriyorlarmış.
- İçinde AVM, otel ve rezidans olan Venedik taklidi bir proje.
- Saraylar, gondollar, köprüler, aryalar falan.
- Venedik’te yaşıyormuşuz gibi hissettireceklermiş.
- Habipler taraflarında Venedik’i dirilteceklermiş.
Ve daha neler.

*

Bu üretme kabızlarına öfkeli bir sesle haykırmak istiyorum:
Bre üretme kabızları!
Burası İstanbul!
Burası tarihi, kültürü, özgünlüğü, zenginliği, mimarisi olmayan sonradan olma bir yapay şehir mi ki Venedikleri falan taklide kalkışıyorsunuz?
Yeryüzünün en kimlikli şehrinde, bambaşka bir kimliğe sahip bir şehre özenerek proje üretmek de nereden çıktı?
İstanbul’un tarihi, kültürel ve mimari birikimlerinden yola çıkılarak üretilmemiş proje kalmadı da sıra Venedik özentisine mi geldi?
Yapay sularda gezdireceğiniz gondollarda arya yerine ilahi söyletin bari... Hem “Yeni Türkiye”ye uygun düşer, hem de muhafazakâr yeni zenginlere mal satmanız kolaylaşır.

Haberin Devamı

Bir çiledir ‘Instagram’

- Bir kalender meşrep gibi eline geçen her fotoğrafı boca etsen: Dayarlar önüne “Senin hiç mi işin güç yok birader” cümlesini.
- Arada boşlayarak takılsan: Takipçi sayısında hissedilir ve azap verici bir azalma...
- “Üç günde iki fotoğraf” kuralını benimsesen: Hemen gelir “abi buraları boşluyorsun, olmuyor ama” serzenişleri...
- “Seçici” takılsan: Başlar “Ara Güler mi olacaksın mübarek” diye laf sokmalar...
- Fotoğrafları siyah-beyaza çevirerek yayınlasan: Gelir hemen “senin sofistike olma çabanı yesinler” diye takılmalar.
- Yemek fotoğraflarına abansan: Kaçınılmazdır görgüsüzlük ithamlarına maruz kalmalar.
- Üzerinden atamadığın mahcubiyetini yansıtan otoportrelere abansan: Yükselir hemen “sakalları da beyazlatmışsın” vuruşları.
- “Selfie” olayından yürümeye kalksan: Başlar “herkes yapsın, sen yapma” ayrımcılığı...

Haberin Devamı

NOT: Çileyi yakından gözlemlemek isteyenler için Instagram adresim: “ahmethakanc”.

Üç dönem kuralını kaldırmamaya dair

İSTESEYDİLER kaldırabilirlerdi.
- “Ne yani? Bülent Abi’siz mi kalacağız” diyebilirlerdi.
- “Ne yani? Beşir Bey siyaset dışı mı olacak” diyebilirlerdi.
- “Ne yani? Hüseyin Çelik artık bizimle olmayacak mı” diyebilirlerdi.
- “Ne yani? Ali Babacan’sız ekonomi nasıl gider” diyebilirlerdi.
- “Ne yani? Bekir Bozdağ gibi bir sadakat timsalinden mahrum mu kalınacak” diyebilirlerdi.
- “Ne yani? Binali Bey gibi bir icraat adamı da elimizden gidecek” diyebilirlerdi.
- “Ne yani? ‘Cemil Çiçek’siz mi kalacağız” diyebilirlerdi.
Bütün bunları söyleyerek...
Üç dönem kuralını kaldırmayabilirler, sözlerinden dönebilirler, tornistan yapabilirlerdi.

*

Haberin Devamı

Ama kaldırmadılar.
Ama dönmediler.
Ama tornistan yapmadılar.
Yiğidi öldürelim ama hakkını da teslim edelim:
Cesur ve ilkeli davrandılar.
“Helal olsun” denilmesini
hak ettiler.

Basını en özgür ülke

ULUSLARARASI kuruluşlar Türkiye’nin basın özgürlüğü açısından yerini saptıyorlar.
Dedikleri şu:
Türkiye hiç özgür değil.

*

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun buna karşı çıkışı ise şöyle:
“Türkiye basın özgürlüğünün en fazla olduğu ülkelerden bile daha özgür”.

*

Hiç yadırgamadım Davutoğlu’nun çıkışını...
Çünkü şunu biliyorum ki:
Yeryüzünde hiçbir ülkenin yöneticisi, “evet, bizim ülkede basın o kadar da özgür değildir” demez.
Buna basın özgürlüğünün ö’süne bile geçit vermeyen ülkeler dahil.

Yazarın Tüm Yazıları