Paylaş
İki şey olurmuş:
-BİR: CHP’nin oyları bölünürmüş.
-İKİ: AK Parti kazanırmış.
Bu nedenle Sırrı aday olmamalıymış.
*
İyi de kardeşim...
Sırrı, senin önem verdiğin konuya zerre kadar önem vermiyor ki...
Ne önem vermesi!
Adam açıkça söylüyor.
“CHP kazanacağına AK Parti kazansın” diyor.
Böyle diyen bir siyasetçiye, “Abi sen aday olma da CHP kazansın, yoksa AK Parti kazanacak” denir mi?
Dense dahi bir anlamı olur mu?
Bir anlamı olsa dahi bir mantık içerir mi?
*
Ayrıca Sırrı’nın aday olması halinde...
Hangi partiden oy tırtıklayacağının garantisi mi var?
Nereden biliyoruz sadece CHP’den oy tırtıklayacağını?
Belki AK Parti’den de oy tırtıklayacaktır.
Unutulmasın:
Onun “bal Mahmut” kıvamındaki muhabbetlerinin tiryakisi olan AKP’lilerin sayısı CHP’lilerin sayısından çok daha fazladır.
*
Aslında mesele Sırrı’nın kimden oy tırtıklayacağı falan değil.
İster CHP’yi bölsün, ister AK Parti’yi...
Asıl mesele şu:
Mertçe ve delikanlıca bir yarışa girmek yerine “sen aday olma da bizimki kazansın” türü yaklaşımlar içine girmek.
Her seçim öncesi...
-Aman oylar bölünmesin...
-Aman falancaya karşı ittifak yapalım...
-Aman sen aday olma da falanca kazansın...
-Aman falanca partiye karşı hep beraber birleşelim...
Türü kaçış cümlelerini havada uçuşturmak, bana pek “mertçe bir tutum” gibi gelmiyor.
*
Aslında yol belli, iz belli, yöntem belli:
Çıkarsın, delikanlı gibi kendi gücünle yarışa girersin ve sonuçta kazanırsın ya da kaybedersin.
Başkalarının yarışa girmesinden ya da yarıştan çıkmasından medet ummak da neyin nesi?
Yakışır mı delikanlıya?
Yazmazsan
ESKİYE ait bir cümledir:
-Başörtüsü sorununu yazmazsan başörtüsü sorunu diye bir sorun ortada olmaz.
-Kürt sorununu yazmazsan Kürt sorunu diye bir sorun ortada kalmaz.
*
Bugüne ait cümleler ise şöyle:
-Suriye sorununu yazmazsan Suriye konusu gündemden düşer.
-Trafik sorununu yazmazsan trafik sorunu ortadan kalkar.
*
“Yazmazsan, düşünmezsen, ifade etmezsen sorun kalmaz” yaklaşımı, bu toprakların değişmez yaklaşımıdır.
Kökü ta “şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim” cümlesine kadar gider.
‘İlke’ mi demiştiniz?
ŞU Avrupa var ya...
Acayip ikiyüzlü.
“Demokrasi” derler, “adil seçim” derler, “hukukun üstünlüğü” derler ama işlerine geldiği zaman bu ilkelerin ihlal edilmesi karşısında seslerini bile çıkarmazlar.
Mısır’da darbe olunca böyle yaptılar.
*
Sadece Mısır’da mı?
Bakın işte:
Azerbaycan’da yapılan başkanlık seçiminde...
Seçim sonuçlarının önceden belli olmasına, bu sonucun bir gün önceden sızmasına, sandıklar kapanmadan sonuçların açıklanmasına “gık” bile demediler.
Hatta bu seçimi “serbest, adil ve şeffaf” ilan ettiler.
ABD bile “seçim baskıcı bir ortamda gerçekleşmiştir” dediği halde.
*
Mısır’da sesini yükselten Türkiye bu konuda ne mi yaptı?
Cevap veriyorum:
Dünya Mısır’da ne yaptıysa aynısı yaptı.
Taş düşebilir ayı çıkabilir
İSTİKLAL Caddesi’nde bir apartmandan düşen 10 kiloluk taş, yolda yürüyen İsmail Keskin isimli vatandaşımızın başından yaralanmasına yol açmış.
Gözlem altına alınan İsmail Keskin, “ekmek almaya gittim, daha sonrasını hatırlamıyorum” demiş.
Kendisine geçmiş olsun diyorum.
*
Aslında hiç şaka kaldıracak bir olay değil.
Ama ben yine de dayanamayıp yazacağım.
Şu ana kadar gören falan yok ama efsanesi alıp başını gitmiş durumda.
Buna göre Kastamonu dağlarında şöyle bir tabela yer alıyormuş:
“Daş düşebülü... Ayu çıkabülü...” Yani “Taş düşebilir... Ayı çıkabilir...”
Acaba diyorum Kadir Abi İstiklal Cad-desi’nin başına böyle bir tabela mı assa?
Şu 7 şeyi çok istiyorum
-BİR: Mancini gibi atkı bağlamayı...
-İKİ: Balık tutmayı...
-ÜÇ: “Potemkin Zırhlısı”nı baştan sona izlemeyi...
-DÖRT: “Gezi” demeden siyasi tahlil yapmayı...
-BEŞ: İstanbul’da hangi balık hangi mevsimde çıkar konusunda uzman olmayı...
-ALTI: Şu iki
günü “Tatilden dönen ünlüler” fotoğraflarına maruz kalmadan atlatmayı...
-YEDİ: “Kontlar Melih Gökçek’in arkasında” cümlesini kullanacak bir fırsat bulmayı...
Bir bilmecem var çocuklar
BLOOMBERG’in 52 ülkede
yaptığı araştırmaya göre...
Kişi başına en çok polis düşen
birinci ülke Rusya imiş...
*
Bilmeceyi soruyorum:
Sizce ikinci ülke hangisi?
Bayram tatilinde keşfettiklerim
-NAKKAŞ: Adanalılar derler ki: “Sizin burada yediğiniz Adana kebapların bizim Adana kebaplarıyla alakası yok”. Gittik, denedik: En büyüğü Nakkaştepe’de bulunan karşının kebapçısı “Nakkaş”ta Adana’da yenebilecek türden Adana kebap yapılıyor ve gerçekten de “hakiki Adana”, bizim bildiğimiz gibi değilmiş.
-BALIKÇI SABAHATTİN: Ben Kanal 7’deyken gitmiştim bu “Balıkçı Sabahattin”e... O zamanlar “Sultanahmet’teki balıkçı” diye nam salmıştı... Sonradan serpildi, büyüdü, genişledi, acayip meşhur oldu. Yıllar sonra tekrar gittim: Eski titizliliğini koruyor. Üstelik bahçesine pek yakışan bir şömine de iliştirilmiş.
-DONDURMACCİ: Sonundaki harf “ı” değil, “i” ve tek “c” yok, iki “c” var... Çocukluklarında mahallelerinden geçen dondurmacının “dondurmac-ciiii” diye bağırmasından etkilenen birkaç dondurma sever arkadaşın bir araya gelerek kurdukları şirketin adı bu... Deneme yanılma yöntemiyle en iyi lezzeti bulmak için çabalamışlar, doğal malzemeden en iyi dondurmayı üretmişler. Bağdat Caddesi’ndeki dükkânlarına uğramakta fayda var.
Paylaş