Seks kasetleriyle ilgili yeni doktrin

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, bu zamana kadar “siyasilerin seks kasetleri” konusunda hep kenardan köşeden dalmayı tercih ediyordu.

Haberin Devamı

Ufak ısırmalar yapıyordu, o kadar...
Ama dün ilk kez, Kastamonu’da halka hitap ederken, kenarı köşeyi bir tarafa bırakıp olaya damardan girdi. Dedi ki:
“Baykal beline hâkim olamadı. Hâlâ bu medya, bu siyasiler ‘insanın özeline karışıyorlar’ diyorlar. Yahu kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özel oluyor. Bu özel değil, bu genel genel. Bu genel bir ahlaksızlıktır”.
* * *
Tayyip Erdoğan’ın bu açıklamasının ardından...
Gayet açık bir şekilde...
“Seks kasetleriyle ilgili yeni Tayyip Erdoğan doktrini”nden söz edebiliriz.
Buna göre...
-  Artık siyasilerin özel alanlarına gizli kamera yerleştirmek, meşru bir eylem haline gelmiştir.
-  Artık özel alan/mahrem alan kalmamıştır. Bütün bir yeryüzü genel alandır. Yeryüzünün bütün yatak odalarına dalınabilir. Yeter ki yanındaki eşin olmasın.
-  Artık gizli kamera yerleştirenler, kendilerini “bellerine hâkim olamayanları yakalama timleri”nin kutlu elemanları olarak nitelendirebilirler.
-  Deniz Baykal’ın kasedi ilk çıktığında, iktidar mensuplarının yaptıkları “Bunu siyasi malzeme yapmayacağız” yaklaşımı artık ortadan kalkmış bulunmaktadır.
-  Artık her şeyi gizli kameralar belirleyecektir: Gizli kameraya maruz kalan partiler, “bellerine hâkim olamayanların partileri”, gizli kameraya asla maruz kalmayacak partiler ise “edeplilerin partileri” olarak nitelenebilecektir.
-  Yeni doktrin, tarifini kimin yapacağı belli olmayan “genel ahlak”a uygun olmayan her türlü telefon görüşmesinin gizlice dinlenmesine de meşruiyet sağlar. İtiraz edene yanıt hazırdır: “Sen de doğru dürüst konuş kardeşim”.
* * *
Kısacası...
Bu yeni doktrin, neresinden bakarsanız bakın...
İkiyüzlülüğü, röntgenciliği, bel altı vuruşları, mahrem alana ağır saldırıları, gizli kamera fareliğini meşru hale getirmektedir.
Ne diyelim?
Vatana millete hayırlı olsun.

Haberin Devamı

Gülden Karaböcek gecesinden notlar

-  Twitter’dan 20 yoldaşla Nahide’de yerimizi aldık. Kimse kimseyi tanımıyor. Ya da tanıyor ama sadece sanal anlamda tanıyor... İlk dakikalar: “Benim burada ne işim var” havası... “Şu yanımdaki de kim” edası... Bir kaynaşamama, bir hemhal olamama durumu falan...
-  Ne yazık ki kaynaştırma işi, dünyanın sayılı asosyallerinden biri olan bendenize düşüyor: “Hadi herkes kendini tanıtsın” diye çıkış yolu bulma çabaları... Yoldaşlara İclal Aydın tadında küçük latifelerde bulunmalar... Kasanları grubun içine çekme gayretleri... Neyse ki ilk yarım saatin ardından artık bana iş düşmüyor: 20 yoldaş, kırk yıllık ahbap gibi kaynaşıyor...
-  Tiyatro sahnesinden kopup gelen Nilgün Belgün’ün aramıza katılması da kaynaşmanın en önemli unsuru oluyor. Nilgün, şen kahkahalarıyla yoldaşların gönlünde taht kuruyor.
-  O bin yıllık içli sesiyle gecenin tam ortasında sahnede belirlenen Gülden Karaböcek ise hepimizin ortak noktası oluyor... Eski yeni şarkılarıyla unutulmaz bir gece yaşatıyor bize Gülden Hanım... “Dilek Taşı” ile başlayan şarkılar, yine “Dilek Taşı” ile son buluyor.
-  Radikal yazarı Yıldırım Türker de Nahide’de... Türker’in “Gülden Karaböcek hayranı” olması, bir duygudaşlığa işaret eder mi meselesi üzerinde duruyoruz kendi aramızda.
-  Gecenin sonunda herkesin ortak görüşü şu oluyor: Yüz Melih Gökçek gelse, twitter ahalisine böyle bir gece düzenleyemez.

Haberin Devamı

Yatak odası gözetlemek dindar adama yakışır mı?

 “ÖZEL hayatın gizliliği” konusunda sadece “liberal” anlayış titizlenmez.
Muhafazakârların da titizlenmesi gerekir.
Çünkü kadim inanışlarda da “mahremiyet” adı verilen bir “özel hayat” anlayışı vardır.
Kadim inanışlar, bu “mahrem alan”ın ihlal edilmesine, bu alana bodoslama girilmesine geçit vermez.
* * *
Mesela İslam, “günah” kabul ettiği “zina” için... Bir değil, iki değil, üç değil, dört tanık ister. Bununla da yetinmez...
O tanıkların tanıklıklarının geçerli olabilmesi için zorlu koşullar öne sürer.
Bununla da yetinmez...
Tanıkların zina halini dört başı mamur bir şekilde görmüş olmasını şart koşar.
Bununla da yetinmez... Geçerli olmayan tanıklıklar yapanlara “müfteri” muamelesi yapar. Yani neredeyse “zina” suçlaması yapmayı “imkânsız” noktasına vardırır.
Peki neden?
Zina suçlaması yapmak, neden böyle yokuşa sürülüyor?
Neden zinada tanıklık bu denli zora sokuluyor?
Cevap açık:
Mahremiyetin korunmasını sağlamak için...
Zina suçlaması yapmanın, bu denli zora sokulması...
Mahrem alanın ihlal edilmemesi noktasında sergilenen sembolik bir titizlikten başka bir şey değildir.
* * *
Mahremiyet önemlidir.
Çünkü mahremiyetin ihlal edilmesine meşruiyet kazandırılırsa...
-  Belden aşağı vurmalar çoğalır...
-  İftira kapısı sonuna kadar açılır...
-  Mahremiyet ayaklar altına alınır...
-  Günah zabitliği ortaya çıkar...
-  Birileri yakalanır, birilerine göz yumulur.
-  Yakalanan rezil edilir, yakalanmayan vezir edilir.
Yani...
Neresinden baksanız ahlaksız, müptezel, röntgenci, riyakâr, adaletsiz, hukuksuz ve gayrimeşru yolları meşru kılan bir ortam...
* * *
İnsanların ellerine, dillerine, bellerine hâkim olması...
Mahrem alanlara kameralar dayayıp çekilen görüntüleri gizli yollardan piyasaya sürerek sağlanmaz.
Ele, dile, bele hâkim olmak...
İradeyle olur, devlet zoruyla değil.
Başbakan Erdoğan’a buradan sesleniyorum: Lütfen herkesi günahlarıyla baş başa bırakmayı deneyin.
Böylece hiç olmazsa daha fazla vebal altına girmemiş olursunuz.

Haberin Devamı

Karı-koca kavgası mı yapıyorsunuz Reha?

GEÇEN gün Reha ile Birand’ın kavgasına burnumu sokmuş, “Haksızsın Reha” diye bir yazı yazmıştım.
Herkes gibi Reha da geleneksel “dalak/malak” hikâyesine girdikten sonra...
“Sen ne karışıyorsun, benim Mehmet Ali Birand’la kavgama?” diye yazmış.
Bir tür “Biz burada karı-koca kavgası yapıyoruz, bugün kavga ederiz, yarın barışırız” tadında bir yaklaşım. Kendisine şunu söylemek isterim:
Reha kardeşim, yaptığın kavgaya kimsenin burnunu sokmasını istemiyorsan, niye bu işi gazete köşesinde yapıp milletin kafasını ütülüyorsun?
Unutma: Gazete köşesinde yapılan kavga, bir tür miri malıdır, dileyen üstüne atlar.

Nelere gülmüyorum

Haberin Devamı

-  Düşenlere...
-  Zekâyı hedef almayan şakalara...
-  Fazla kurgusal, fazla zorlama, fazla hesaplı şakalara...
-  “Bu bir mizah yazısıdır” havasındaki yazılara...
-  Tam yerine denk gelmeyen, durup dururken anlatılan fıkralara...
-  Klişenin klişesi haline gelmiş, bayatlamış, herkesin ağzına düşmüş politik esprilere...
-  Alaycılığı hafif gizli değil de çok aşikâr olanlara...

Yazarın Tüm Yazıları