Paylaş
* * *
SORU: “Haşema” adı verilen mayoyla havuza giren kadınla aynı havuza girmek istemem. Bunun en azından bir görüntü kirliliği oluşturduğunu nasıl görmezsiniz?
CEVAP: “Kıyafetler” ile “görüntü kirliliği” arasında bir bağ kurmaya başlarsak işin içinden çıkamayız. Unutmayın: Herkesin kendine göre bir görüntü kirliliği vardır. Siz “Haşema”yı görüntü kirliliği olarak görürsünüz, Haşema’lı da sizin şortunuzu görüntü kirliliği olarak görür. Sakın “Ama şort medenidir” falan demeyin. Çünkü medeniyet, her şeyden önce kıyafete kafayı takmamayı gerektirir.
* * *
SORU: Sen kimsin ki bu zamana kadar gelmiş geçmiş en entelektüel dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’na laf dokunduruyorsun?
CEVAP: Bu soruda benim Ahmet Davutoğlu’na laf dokundurmamdan çok daha mühim bir sorun var. O da sizin “gelmiş geçmiş en...” sıfatını çok kolay kullanmış olmanız. Bunun üzerine biraz düşünelim isterseniz.
* * *
SORU: Sen nasıl imam hatiplisin, tutmuş şort giyen bir kızı savunuyorsun?
CEVAP: Belki de “iyi bir imam-hatipli” olduğum için şort giyen bir kızı savunuyorumdur. Ne dersiniz?
* * *
SORU: Elif Şafak’ın kitabını okumuşsunuz ama nasıl bulduğunuzu yazmadınız. Neden?
CEVAP: Aslında yazdım. Ama isterseniz bir kez daha yazayım: Kurgusu fazla zorlanmış, hikâyesi fazla zorlanmış bir roman. Ama yine de su gibi akıp gidiyor. Başarısı belki burada... Ama son tahlilde bir başyapıt değil.
* * *
SORU: Bazen “Bravo Başbakan’a” diye yazılar yazıyorsunuz. Bu bir tür dengecilik mi?
CEVAP: Hep “Kahrolsun Başbakan” diye yazmak ile hep “Yaşasın Başbakan” diye yazmak denge gözetmemek ise arada sırada “Bravo Başbakan’a” diye yazarak dengeci olmayı tercih ederim.
* * *
SORU: Artık CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu yazmıyorsunuz. Bunun özel bir sebebi var mı?
CEVAP: Sanırım ben de herkes gibi umudumu yitirdim.
* * *
SORU: Deniz Feneri sanıklarının tutuklanmasına karşı çıktınız. Ergenekon sanıklarının rahatlıkla tutuklandığı bir dönemde neden Deniz Feneri sanıkları da tutuklanmasın ki?
CEVAP: “İki davanın sanıkları da leblebi çekirdek gibi tutuklansın ve adalet sağlansın” demek yerine “İki davanın sanıkları da tutuklamanın cezaya dönüşmesinin mağduru olmasın” demek çok mu zor?
Neden Soner’den hiç söz edilmiyor
NE zaman “tutuklu gazeteciler” meselesi gündeme gelse hemen “Ahmet” deniyor, “Nedim” deniyor ama nedense “Soner” denmiyor?
Uzun süredir bunu düşünüyorum.
Çevremdekilere sordum.
Aldığım cevaplar şunlar oldu:
- Ama Soner de çok kişinin canını yaktı.
- Oda TV’de saldırmadığı şahıs kalmadı.
- Köken araştırması yaptı.
- Ergenekon Davası’nda sanıkların savunuculuğunu üstlendi.
- İktidar karşıtlığını fazla abarttı.
- Dikkatsiz davrandı.
- CHP’nin televizyonunu almaya kalktı.
* * *
Bu cevapların hiçbirinde Soner’in tutuklanma gerekçesi yok.
Ya ne var?
Sadece ve sadece kişisel hırslar, intikam duyguları, öfkeler falan.
Oysa basit soru şudur:
Öfke duyduğumuz bir adam, bizim öfke duyduğumuz konularla hiç de alakası olmayan bir konuda tutuklandığında bize düşen zil takıp oynamak mıdır?
İlkesel açıdan baktığımızda...
Soner’in ne Nedim’den, ne Ahmet’ten bir farkı var.
O zaman ilkesel açıdan bakalım ve Nedim’den, Ahmet’ten söz ettiğimiz kadar Soner’den de söz edelim.
Ekranların üç hocası
NİHAT HATİPOĞLU: Tavrı, tarzı artık oturdu. Bir kanaldan bir kanala transfer olmuşluğun sağladığı özgüven de cabası... Sahabe hayatına, peygamberler tarihlerine dair kıssalara daha az yer veriyor. Gözyaşını ihmal etmeye başladı yani. Oysa halkımız dini kıssaları gözyaşı içinde dinlemeyi sever. Kıssaları ihmal etmese iyi olur.
SELMAN OKUMUŞ: Saçlar konuşuyor. Kıyafetleri çok şık... Sakal, bıyık yok. Genç, dinamik ve enerjik bir görüntüsü var. Kelimenin tam anlamıyla “The Hoca” yani. Ama yanlış anlaşılmasın: Şekil açısından modern olan bu hoca, dini modernleştirme kaygısına saplanmış değil. Yetkinliğine diyecek bir şey yok: Kuran okuma birincilikleri var. İlahiyat tahsili yaptı. Haseki’de eğitim aldı. Stili ise daha çok “ailemizin hocası” tarzında...
ÖMER DÖNGELOĞLU: Hendek Savaşı’nı öyle bir anlatıyor ki sanki elinde mızrak savaşıyor gibi hissediyorsun. Kerbela’yı öyle bir anlatıyor ki Kerbela’daki susuzlara bir tas su uzatmak için yekiniyorsun. Öyle böyle değil yani, bu adam tam bir öykü anlatma ustası. Önünde prompter denilen cihaz da yok, nasıl böyle makineli tüfek gibi konuşuyor ve konuşurken duyguyu asla ihmal etmiyor, şaşıp kalıyorsunuz. Bir ramazan daha aynı performansı gösterirse Nihat Hatipoğlu’nu geçer.
Bir uyarı ustası: Abdullah Gül
SADDAM ’ın en önemli adamlarından biriydi Taha Yasin Ramazan.
Irak’ın vurulmasından kısa bir süre önce MİT’e ait bir uçakla Ankara’ya getirildi.
Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Durum çok ciddi. Son kez uyarıyorum. Bunlar sizi vuracak. Saddam ve arkadaşları Ankara’ya sığınabilirler” mesajını verdi.
Taha Yasin Ramazan uyarıyı dikkatle dinledi, Bağdat’a döndü. Ama hiçbir adım atılmadı.
Taha Yasin Ramazan, Irak’ın vurulmasından kısa bir süre sonra Kürt bölgesinde Talabani’nin adamları tarafından idam edildi.
* * *
Abdullah Gül, bu kez “Cumhurbaşkanı” sıfatıyla Beşar Esad’ı uyardı.
Mektubunda şöyle diyor:
“Bir gün geriye baktığınızda yaptıklarınızın çok geç ve çok az kaldığı şeklinde hayıflandığınızı görmek istemem”.
Kıssadan hisse:
Abdullah Gül uyarıyorsa, durum tehlikeli demektir.
Beşar Esad dikkate alsa iyi olur.
Önemsiz ama sevilesi şeyler
- Sahura kadar açık mekânlar.
- Bir yaz günü birden patlayan yağmur...
- Doğum günü için eşten dosttan gelen armağan paketlerini açarken yaşanan şahane heyecan.
- Yaz geceleri hafiften üşüyüp şala bürünmek.
- Muhabbet baydığında aniden ortama dalan bir arkadaşın iklimi aniden canlandırması...
- Boş İstanbul trafiğinde arabayla eğlenceli şehir turu atmak...
Ekranda kapışma
TARTIŞMA programlarında “kapışma” tabii ki olacak.
Tabii ki düşüncelerin çatıştığı noktaların üstüne sonuna kadar gidilecek.
Tabii ki fikirlerin ayrıldığı ve birleştiği noktalara belirginlik kazandırılacak.
Tabii ki bin fikir çatışacak, bin çiçek açacak.
Ama son zamanlarda “kanal a”, “kanal b”, “kanal c” gibi televizyon kanallarında ortaya çıkan tartışma programlarının bu söylediklerimle alakası yok.
Onların formülü basit:
Araya bir Ramiz Paşa attır, yanına koy bir minibüs muavini üsluplu yeniyetmeyi, hepsinin arasına sok Zekeriya Beyaz’ı, ortaya da al Ümit Zileli’yi...
Olsun bitsin.
“İzdivaç” programlarının mantığı gibi yani...
Çıkacak sesler, edilecek hakaretler, alınacak pozisyonlar, reklam arasında yapılacak geyikler falan baştan belli.
İşbu nedenle bu türden yapay bağırış çağırış programlarını, hakiki tartışma programlarıyla karıştırmasak iyi olur vesselam.
Paylaş