Paylaş
*
“İsrail” dediler, “dış mihrak” dediler, “Amerika” dediler, “faiz lobisi” dediler, “Zello” dediler, “Otpor” dediler, “Divan Oteli” dediler, “Soros” dediler.
*
Asla ve kata...
Temel soruya...
Yani “Sabahın kör vaktinde barışçıl bir şekilde parkta sabahlayan gençlerin çadırlarını niye yaktınız?” sorusuna bir türlü gelmediler.
*
Şimdi de aynısını yapıyorlar.
*
“İsrail” diyorlar, “dış mihrak” diyorlar, “Türkiye’yi çekemeyenlerin oyunu” diyorlar, “Amerika” diyorlar, “Halk Bankası” diyorlar, “devlet içinde çete” diyorlar, “paralel yapı” diyorlar.
*
Asla ve kata...
Temel soruya...
Yani “İyi de şu ayakkabı kutusundaki paralar, daha 30’uzuna bile gelmemiş genç bir adamın koca bakanlarla oyuncak gibi oynaması, çantalarla götürülen milyon dolarlarla ilgili iddialar ne olacak?” sorusuna bir türlü gelmiyorlar.
*
Bu, tam bir “ortada kuyu var, yandan geç” stratejisidir.
Stratejinin taktik adımları ise şunlardır:
- Kim ne kadar bağırıyorsa, iki kat fazla bağır.
- Kim hangi iddiayı ortaya atıyorsa, bin kat daha fazla iddiayı boca et.
- Öyle büyük bir plandan söz et ki, kimse milyon dolarları falan aklına getirmesin.
- Öyle büyük bir gürültü kopar ki, çıkan gürültü arasında “Yolsuzluk iddialarına maruz kalmış bir bakan nasıl koltuğunda oturabilir” sorusu kaynayıp gitsin.
- Amerika, İsrail falan de ki bakana verildiği iddia edilen 700 bin TL'lik saat “devede kulak” sayılsın.
- Öyle bir ortam yarat ki “yolsuzluk” kelimesini telaffuz etmek bile bayağı bir “babayiğit” işi olsun.
Tutar mı bu taktik?
“ORTADA kuyu var, yandan geç” stratejisi...
Gezi’de tutmuştu.
*
Çünkü...
“Gezi’dekiler” ile “AK Parti tabanı” arasında kültürel, ideolojik, sınıfsal bir uyumsuzluk vardı.
Derin bir uyumsuzluk.
Bu uyumsuzluk nedeniyle...
Anlattıkları “dış mihrak” masalları, “AK Parti tabanı” tarafından kolaylıkla satın alındı.
*
Bundan dolayıdır ki...
“Gezi”, iktidarın ülke içindeki desteğine değil de ülke dışındaki desteğine esaslı bir darbe vurdu.
İçeride değil de dışarıda itibar kaybına yol açtı.
*
Ama şimdi durum farklı...
İki nedenle farklı:
- BİR: Bu kez karşılarında “Gezi’ciler” yok, “Cemaat” var... “Cemaat” ile “AK Parti tabanı” arasında kültürel, ideolojik, sınıfsal bir uyumsuzluk yok. Aralarında bir fark var ama bu fark, hemen herkesin bir anda kavrayabileceği türden bir fark değil. Anlatması çok zor bir fark...
- İKİ: Bu kez konu, “ağaç/çevre/betonlaşma/otoriterleşme/hayat tarzı” gibi daha çok şehirli ve okumuş-yazmış kesimlerin dikkat kesildiği konular değil... Bu kez konu yolsuzluk, rüşvet, milyon dolarlar falan... Ahalimiz ağaca, çevreye, yaşam tarzına kulak asmaz ama bunlara dikkat kesilir.
*
İşte bu nedenle...
“Dış mihraklı/Haykırmalı/Boğuntuya getirmeli/Esas konuya bir türlü gelmemeli/İsrail’li Amerika’lı” strateji...
Bu sefer Gezi’deki kadar işe yaramayacak.
*
Anlatılan masallara inananlar olacak tabii ki...
Ama inananlar, zaten inanmaya dünden razı olanlar.
“Çelik çekirdek” sayılabilecek taban yani...
*
Oysa...
Bakanları derhal görevden alsaydılar/İddiaların üzerine gidilmesine destek olsaydılar/Yolsuzluğun ortaya çıkarılış biçiminin üzerine gittikleri kadar, hatta ondan da çok yolsuzluğun üzerine gitseydiler/“Bana böyle bir operasyonu nasıl yaparsın” demek yerine “Benim bakanım nasıl böyle işler içine girebilir” deseydiler...
Ve tüm bunları yaptıktan sonra “paralel devlet” meselesine el atmaya çalışsaydılar...
Kendilerine inanmaya dünden razı olmayan, yani kendilerine daha gevşek bağlarla bağlı olan geniş tabanı da etkileyebilirlerdi.
*
Ne diyelim?
Söz de, karar da, taktik de, strateji de onların.
Belki de vardır bir bildikleri...
Komplonun içinde üç ülke daha var
AMERİKA, İsrail, İngiltere, Fransa, İran...
Bunlar açıklandı.
Ama açıklanmayan üç ülke daha var.
Madem “7 gazete” açıklamıyor, bari onları da ben açıklayayım:
*
- JAPONYA: Tam da operasyonun başladığı gün rüşvet iddiasına maruz kalan Tokyo Valisi’ni istifa ettirip ülkemizdeki kendini bilmezlere malzeme temin ederek “yükselen Türkiye”nin önünü kesmek istediler.
*
- URUGUAY: Ekonomi Bakanı Fernado Lorenza, adı rüşvet iddialarına karışınca “Ben bunu içime sindiremem” diyerek istifa etti... Bakan Lorenza ayrıca, “Mahkemenin önüne bakan olarak değil sıradan bir vatandaş olarak çıkmak istiyorum, bu nedenle istifa ettim” dedi... Benim iddiam ise şu: Bu Fernado, Türkiye ve AK Parti düşmanıdır, sırf Türkiye’deki münasebetsizlere malzeme temin etmek için kendini feda etmiştir.
*
- İSPANYA: Tam da bakan oğullarına yönelik operasyonun başladığı günün ertesinde... İktidar partisinin genel merkezi polisler tarafından basıldı... İspanya Başbakanı “Polislere sonuna kadar yardımcı olunsun” dedi... Böylece Türkiye’deki iktidar düşmanlarının ağızlarına bir sakız verilmiş oldu... İşte bu da “batan İspanya”nın “yükselen Türkiye”ye bir oyunuydu.
Müjde! Gazeteciler artık emniyete giremeyecek
EMNİYET Genel Müdürlüğü, Türkiye genelinde gazetecilere emniyete girişleri yasaklamış.
*
İyi tarafından bakalım...
En azından...
Gazeteciler, yaptıkları haberlerden dolayı emniyete çekilemeyecekler.
*
“Hülooooğ!” mu deniyordu bu tür durumlarda?
Alınıp incinebilirler
SAĞLIK Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, bakanlığıyla ilgili yolsuzluk iddialarına sert çıkmış.
Demiş ki:
“Bir bardak çayı gayrimeşru içtiysem getir, istifa etmezsem şerefsizim.”
*
Bravo Sayın Bakan!
İşte budur.
Fakat bir “sıkıntı” var.
Ya kabine arkadaşlarınızdan bazıları, bu meydan okumadan dolayı incinip alınırlarsa?
İşin bu kısmını da düşündünüz mü?
Paylaş