Paylaş
O kadim soru yeniden gündeme geldi:
“Nereye gidiyoruz?”
* * *
Abilerim... Ablalarım...
Bir yere gittiğimiz falan yok.
Sadece gücü eline geçirmişlerin, gücü eline geçirdiklerini inceden fark ettirme oyunlarından biri daha sahneye konuyor.
Kibirli bir “Buralar artık bizden sorulur” havası...
Başka bir şey değil.
* * *
Fazlası yok, eksiği var... Olay şudur:
Adamlar Konya’ya, Antep’e falan gidecekler.
Kuruluyorlar Business Class’a...
Bir de bakıyorlar ki...
Yan tarafta “Yeni Türkiye”den bihaber, muhafazakârlığın kıyısından bile geçmemiş, olup bitenlerin farkında bile olmayan bir gamsız, hostesten istediği şarabı yudumluyor.
Önce bir “hasbinallah” çekiyorlar.
Ardından da “Yahu 10 yıldır iktidardayız, muhafazakâr Anadolu şehirlerine şarapsız gidemeyecek miyiz, bu nasıl muktedirlik arkadaş” diye geçiriyorlar içlerinden...
Sonra içlerinden geçen THY yöneticilerinin de kulağına gidiyor.
Onlar da hem “patron”a selam çakmak, hem de “O duygu bizim de duygumuzdur” anlayışıyla...
Basıyorlar yasağı...
Ve böylece Business Class’ı da fethedilenler defterine kaydediyorlar.
* * *
Kısacası...
Bu bir fetih hareketidir.
Ama öyle sanıldığı gibi dört başı mamur, süper planlı, hedefe kilitlenmiş bir fetih hareketi değildir.
Sadece, “Elimizin uzanabileceği bazı yerlerde neden varlığımızı hissettirerek rahatlamayalım ki” anlayışının dışavurumudur.
Muhafazakârın küçük dünyasının, “Burada da içmeyiversinler canım” tarzı küçük tatmin atraksiyonu...
Çevreye “Buralarda artık bizim borumuz ötüyor” duygusunu hissettirme çabası...
* * *
Peki ne elde ediyorlar bunu yaparak? Küçük bir tatmin, minik bir zafer, ufacık bir fetih hissi dışında hiçbir şey...
Peki ne kaybediyorlar bunu yaparak? Büyük bir güven kaybına yol açıyorlar, bir arada yaşama arzusuna kocaman bir darbe vuruyorlar ve huzuru bozuyorlar.
Azar cumhuriyeti
“BİR numara”...
Çiftçiye “Sen nasıl çiftçisin” diyor.
Öğretmene “Sen nasıl öğretmensin” diyor.
Gazeteciye “Sen nasıl gazetecisin” diyor.
Avukata “Sen nasıl avukatsın” diyor.
Doktora “Sen nasıl doktorsun” diyor.
Muhalefete “Sen nasıl muhalefetsin” diyor.
İki numaralar, üç numaralar, dört numaralar durur mu?
Onlar da başladılar azara...
Bakanlar halkı, diplomatlar başka ülkelerin diplomatlarını, valiler siyasi parti yöneticilerini azarlıyorlar.
* * *
Son azar Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı’ndan geldi.
Adam çıkıp, “İnadına içki istiyorlar, buldular bunalıyorlar” türü cümlelerle müşterilerini azarlayıverdi.
Yani iş resmen “Hem paranı veriyorsun, hem azarı işitiyorsun” kıvamına kadar geldi.
Necip Fazıl’ın azınlıklara bakışı
STAR gazetesi sağ olsun...
Her hafta Büyük Doğu dergisinin tıpkıbasımlarını veriyor ve biz de böylece Necip Fazıl’ın pek bilinmeyen bazı görüşlerini öğrenmiş oluyoruz.
* * *
Star’ın verdiği Büyük Doğu dergisinin son sayısında Necip Fazıl’ın kaleme aldığı açıkça belli olan şu cümleler var:
“Eğer benim elimde kudret ve kuvvet olsaydı, yeni bir mübadele siyasetinin taraftarlığını yapar, ilk evvel, velinimetlerine karşı nankörlük edenleri memleketten çıkarırdım. Biz bize daha faydalı oluruz. Seneler boyunca ekalliyetlerin (azınlıkların) Türk milletinin başına ördükleri çorap artık cana tak etmiştir”.
(Büyük Doğu Dergisi/9 Mart 1951)
* * *
Dikkat!
Necip Fazıl’ın bunları yazmasından dört yıl sonra 6/7 Eylül olayları olmuştur.
Rum, Ermeni ve Yahudilere karşı kitlesel kırım hareketidir 6-7 Eylül olayları...
İki gün sürmüştür.
Bilanço şöyledir:
3 ölü, 30 yaralı...
73 kilise, 8 ayazma, 2 manastır, 1 fabrika tahrip edilmiştir.
3 bin 584’ü Rumlara ait olmak üzere 5 bin 538 ev ve dükkân yağmalanmıştır.
İşin en tuhaf tarafı şudur:
Demokrat Parti iktidarı, bu olaylardan sonra bir grup solcu aydına operasyon yapmıştır.
Cem Yılmaz’dan gayrısına haramdır
MİLLET olarak “Yüz kere izledim, yine izlerim” dediğimiz filmler vardır ya...
İşte o filmlerden dördü:
ŞEKERPARE: Şener Şen, İlyas Salman, Ayşen Gruda ve Şevket Altuğ’un müthiş oyunculuklarıyla alıp götürdükleri film... Harika espriler var... Filmde geçen bazı cümleler, bugünün gençleri tarafından bile kullanılıyor... Şekerpare gibi film... Her rastladığında seyrine doyamazsın.
SÜTKARDEŞLER: Hüseyin Rahmi romanından fırlamış bir filmdir. “Seni hiç sevmedim süt oğlan, babanı da sevmezdim zaten” cümlesiyle hatırlatır kendini... Gulyabaniler, Birinci Harp, kalabalık konak aileleri, Kemal Sunal’lar, Şener Şen’ler, Adile Naşit’ler falan...
TOSUN PAŞA: Bir ilk dönem kan davası filmi... “Seferoğulları” ile “Tellioğulları” arasında çekişme... “Tutmayın küçük enişteyi” cümlesini bize armağan etmiştir. Müjde Ar’lı, Şener Şen’li, Kemal Sunal’lı bir harika... Bütün replikleri ezberlenesi bir filmdir... Güldüren bir masal gibi...
BANKER BİLO: Şener Şen/İlyas Salman ikilisinden... Diğerleri gibi masalsı değil... Sosyal mesajları var... Almanya’da işçi olarak çalışma özlemi ve bu özlemin sömürülmesi gibi... Şener Şen, canlandırdığı “üçkâğıtçı” rolüyle resmen döktürmektedir... “Yaptım ama niye yaptım bir sor” cümlesi, milletimize bu filmden yadigâr kalmıştır.
* * *
Duyduğumuz doğruysa...
Cem Yılmaz, Arzu Film ekolünden gelen bu dört filmi yeniden çekecekmiş.
Hemen söyleyeyim:
Yeniden çekilen her film, eskisine ihanet olmuştur bu topraklarda...
Fakat Cem Yılmaz gibi işinin erbabı bir sanatçının bu filmlere el atmasında hiçbir sakınca yoktur.
Çünkü Cem Yılmaz, bu filmlere gözü gibi bakacak bir adamdır ve bu yüzden bu dört film kendisine rahatlıkla emanet edilebilir.
Sevmediğim küçük şeyler
SÜREKLİ oflayan poflayan insanları...
Noter’de sıra beklemeyi...
Radyodan yükselen futbol maçı anlatan spiker sesini...
Her türden fıkra anlatma girişimini...
Acayip bulduğu her şey karşısında “Bu kafa ne kafası” diyen insanları...
İki haftalık Bakan’a ödül veren yalakaları...
Serdar Ortaç, onun evleneceği kız, kızın annesi...
Sosyal medyada yapılan linç ayinlerini...
Her gittiği yerde elindeki şarj ve telefonla priz arayanları...
Zengini görünce yavşamaya başlayan tipleri...
Magazinci görmüş Okan Bayülgen tavrını...
İsimlerini bildiğimiz ve bilmediğimiz komutanlar
AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik anımsatmış. Demiş ki:
“Eskiden kuvvet komutanlarının isimlerini bilirdik... Şimdiki kuvvet komutanlarının isimlerini bilen var mı?”
Demokrasinin en önemli tanımlarından biridir:
“Bir ülkede genelkurmay başkanının ve kuvvet komutanlarının isimleri bilinmiyor, fotoğrafları gazetelerde basılmıyorsa o ülkede demokrasiden söz edilebilir.”
* * *
Hüseyin Çelik haklıdır, artık kuvvet komutanlarının isimlerini bilmiyoruz. Fakat...
Hapiste ölümle pençeleşen, ölümüne tutuklu bırakılan, ancak ameliyat masalarında tahliye edilen komutanların, rektörlerin isimlerini biliyoruz.
Kısacası...
Boşa kostaklanmayalım, o kadar da kostak değiliz.
Paylaş