Paylaş
Fakat bir şey daha vardı:
Devlet de istemedi idam cezasını...
* * *
Devletin derinliklerinde alındı karar.
Denildi ki:
“İdam edilerek elde edilecek bir fayda yok ama idam edilmezse fayda çok.”
MİT falan harekete geçti. Azılı Öcalan düşmanlığıyla tebarüz etmiş gazetecilere “İdamın faydası yok” yazıları yazdırıldı.
Toplumun birazcık gazı alındı.
* * *
Fakat gelin görün ki “Asılmasında fayda yok” demeyi akıl eden “devlet aklı”, sorunu çözecek adımlar atmayı akıl edemedi.
Doğru dürüst bir “Öcalan politikası” izlemedi.
Şöyle yaptı:
Bazen mesajlarının iletilmesinin önünü açtı.
Bazen denetimi arttırdı.
Bazen de ağır tecrit koşulları uyguladı.
Savrulma demeçlerde de ortaya çıktı:
Üç gün önce “Gerekirse Öcalan’la görüşülür” deniliyordu, üç gün sonra “Halk idam istiyor” deniliyor.
* * *
Öcalan idam edilmediyse...
Öcalan’ın idam edilmemesinden fayda umulduğu için edilmedi.
Umulan faydayı elde edemeyenlerin arada sırada ortaya ip atmaları, içine düştükleri çaresizliği ve karamsarlığı yansıtır.
Başka da bir anlamı yoktur.
Müjdat, Levent, İlyas, Ferhan falan...
Ortak özellikleri var.
Şöyle ki:
Mizahçı olmalarına rağmen çok gerginler. Başbakan Tayyip Erdoğan’dan bile daha gerginler.
Muhaliflerine karşı edebilecekleri bir çift zekice sözleri yok. Ya öfke kusuyorlar ya da Recep İvedik tarzı laf sokuyorlar.
Karar alıcılarla uğraşmak yerine karar alıcılara oy verenleri küçümsemeyi ve aşağılamayı tercih ediyorlar.
“AK Parti’ye neden oy veriyorlar” sorusuna cevap aramak için iki dakika bile düşünmeye tenezzül buyurmuyorlar, “Aptal” deyip geçiyorlar.
Temel dertleri ne? Bildirileri ne? Belli değil.
Onları bir tek Silivri zindanlarına tıkılan “Cumhuriyetçiler” ilgilendiriyor... Ne geçmiş dönemde yapılan zulümler karşısında ne de bugün farklı kesimlere yapılan
zulümler karşısında bir duyarlılıkları yok.
Tereddütsüzler: Kendilerini “aydın” safına yerleştirirken de tereddütsüzler, kendileri gibi düşünmeyenleri “aptal” sınıfına sokarken de...
Kurdukları tüm cümleleri, sonuna “anlayana” sözcüğü konulması için kuruyorlar... Düşünmeden anlayanlara bayılıyorlar.
İşin kolayına kaçıyorlar: “Toplumun vicdanı” olmayı tercih etmek yerine “Bir kesimin vicdanı” olmayı tercih oluyorlar.
Melih Gökçek gibi “cepheleştirme” siyaseti güdüyorlar: Kendileri gibi düşünenleri kendilerine daha fazla meftun ediyorlar, kendileri gibi düşünmeyenleri
kendilerinden daha fazla nefret ettiriyorlar.
Obama vs Romney (2)
OBAMA “Benim bulunduğum masada kimse hesap ödemez” edasında... Romney ise Alman usulü teklif eder gibi...
Obama sürekli hesap ödemek zorunda kalanlar gibi... Romney ise “Bende bozuk kalmamış, sen ödeyiver” diyerek hesap kilitleyenler gibi...
Obama gecenin bir vakti “Hadi âlemlere akalım” teklifine sıcak bakacak gibi... Romney ise “Ben 11 dedi mi yatağa giderim abi” der gibi...
Obama “Çalmaz ama hizmet de üretemez”gillerden... Romney ise “Çalıyor ama çalışıyor”gillerden...
Obama, Sırrı Süreyya gibi bakıyor... Romney, Ali Ağaoğlu gibi...
Demek ki ihtiyaç varmış
BAŞBAKANLIKTA üç el silah sesi duyuldu dün.
Adamın biri elindeki kurusıkı tabancayla bina çevresindeki güvenlik çemberini elini kolunu sallayarak geçti ve binanın girişine kadar geldi.
Havaya üç el ateş edecek boşluğu da yakaladı.
Hem de başbakan ve bakanların toplantıda olduğu bir saatte.
* * *
Bu olaydan iki hisse çıkaralım:
BİR: “Başbakan’ın şu kadar koruması var” falan diyerek Başbakan Erdoğan için alınan güvenlik önlemlerinin abartılı olduğu havasını yaymaktan vazgeçelim.
İKİ: Koruma ordusuna rağmen o adamın elindeki silahla başbakanlık binasının güvenliğini nasıl aşabildiğini sorgulayalım.
Sonbaharda yapılacak 10 şey
BİR: Beyrut kafelerinde Cengiz Çandar’ın “Mezopotamya Ekspresi” adlı anı kitabına dalmak...
İKİ: Elbistan’da “Babamın Sesi” filminin çekildiği bölgelerde kısa bir tur...
ÜÇ: Neşet Ertaş en iyi sonbaharda gider. O halde Neşet Ertaş anması için neden Kırşehir’e gidilmesin? Üstelik sohbaharda Kırşehir pek güzel olur.
DÖRT: Politik tansiyonu bugünlerde yüksek ama mademki hiçbir mevsim Diyarbakır’a sonbahar kadar yakışmaz, o halde fırsat değerlendirilir.
BEŞ: Fatih... Kadınlar Pazarı... Kasım ayının semti...
ALTI: Cahide’de bu akşam ve haftaya salı bir sonbahar şarkıcısı olan Ümit Besen’e kulak kesilmece...
YEDİ: Sultanahmet... Yeşil Ev... Tam sonbaharlık...
SEKİZ: Türk bilimkurgu sinemasının doğal platosu “Santral İstanbul Müzesi”nde bir cevelan.
DOKUZ: “Kasımda aşk başkadır” önermesini bir kez daha test etmek amacıyla kısa bir Prag gezisi...
ON: Otomobil Fuarı’nda Ali Ağaoğlu’nun alacağı türde otomobiller üzerinde poz verme...
Bravo Ceza’ya
YAPTIĞI sanata yakınlık duymuyorum. Bir-iki denedim ama olmadı.
En son Mozart’ın “Türk Marşı” ile yaptığı şarkıyı dinledim, klibi izledim.
Tek kelimeyle harika olmuş.
Üç kez dinledim.
Ceza’ya ve tarzına uzak benim gibi birini bile sarıp sarmaladı.
Sanal âlemde dolaşıyor.
Bir bakın bakalım, siz de beğenecek misiniz...
Koray Aydın neden kaybetti?
YÜCE Divan’da yargılanıp aklanmış bir isimdi Koray Aydın.
MHP Genel Başkanı olsaydı en fazla buradan vurulacaktı. Başbakan Erdoğan bu! Aklanmaya falan bakar mı?
Çıkacaktı meydanlara ve “Kendisi biliyorsunuz akçeli işler yüzünden Yüce Divan’larda yargılandı” diyecekti.
Zavallı MHP de bütün bir seçim kampanyası sürecinde “Ama aklandı, ama aklandı” demekle meşgul olacaktı.
MHP delegesi işte bunu gördü.
Mutlaka başka şeyleri de görmüştür ama en fazla bunu gördü.
Yani Devlet Bey biraz da haklı ya da haksız hiçbir alengirli işin içinde yer almaması nedeniyle kazandı.
Paylaş