Paylaş
Ekrem İmamoğlu’nun balıkçıda olduğu iddiaları havada uçuşmaya başladı.
*
İddialar havada uçuşmaya başladığı andan itibaren...
Ekrem İmamoğlu, sırasıyla şu üç şeyi yaptı:
*
BİR: Önce olayı sakladı. Ortaya çıkan fotoğraflara rağmen olayı görmezden geldi. Sustu. Konuya açıklık getirmedi. Konunun kapanmasını bekledi. Geçsin gitsin istedi. Hiçbir açıklama yapmadı.
*
İKİ: Baktı, olay büyüyor. Baktı, susarak geçiştiremeyecek. Hemen bir paylaşım yaptı. “Bir saatlik yemek arasını amma büyüttünüz” havasında bir paylaşım. Ama Rumeli Kavağı’ndaki bir balıkçıda randevulu bir yemek olduğunu yine sakladı.
*
ÜÇ: Ve en sonunda dün net biçimde açıklama yaptı. “İngiliz Büyükelçisi ile çok önceden planlanmış bir randevuydu” dedi. Büyükelçi’nin Ankara’dan geldiğini, bu nedenle randevuyu iptal edemediğini söyledi.
*
Peki ama neden... En sonda yaptığı açıklamayı ilk başta yapmadı?
*
Peki ama neden... Önce sustu, ardından da geçiştirmeye çalıştı?
*
Cevabı galiba şu:
*
Çünkü İstanbul’un kara teslim olduğu bir günde Rumeli Kavağı’nda bir balıkçıda İngiliz Büyükelçisi’yle eşlerin de katılımıyla yemek yemesinin...
Kolay izah edilemeyeceğinin o da farkındaydı.
*
Kolay izah edilecek bir şey yaptığını düşünse...
Ta en başta ortalığı gümbür gümbür gümbürdetir, gazetelere fotoğraflı basın bülteni bile gönderirdi.
*
Ben Ekrem İmamoğlu konusunda artık şuna ikna olmuş durumdayım:
*
Kolay izah edilemeyecek şeyler yapma konusunda pek mahir.
İMAMOĞLUCULAR NASIL TONGAYA DÜŞTÜLER?
CHP’nin yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun’un sosyal medya paylaşımını gördüm.
*
“Yalan! İmamoğlu’nun balıkçıda olduğu yalan!” diye bas bas bağırıyordu.
*
CHP’nin sosyal medyada faal olan eski-yeni milletvekillerinden bazıları da...
“Yalan! Yalan! Yalan!” diyorlar, başka bir şey demiyorlardı.
*
Dünyaca ünlü sanatçımız Fazıl Say da... “Belediye Sözcüsü” bile susarken... “Yalandır bu, yalan” diye yeri göğü inletiyordu.
İyi ama neden?
Neden bu insanlar, işin içyüzünü hiç araştırmadan “Yalan” dediler?
Nasıl oldu da buna kesin iman ettiler?
*
Nedenini açıklıyorum:
*
Çünkü “rasyonel” düşündüler.
Böyle bir şeyi “saçmalık” olarak gördüler.
Ve Ekrem İmamoğlu’nun böyle bir saçmalığı yapmayacağına inandılar.
*
İstanbullular kar çilesi çekerken...
Ekrem İmamoğlu’nun ta Rumeli Kavağı’ndaki bir balıkçıya gitmiş olabileceğine zerre kadar ihtimal vermediler.
“Yok canım, bunu yapmış olamaz” dediler.
Ve işte bu inançla başladılar “Yalandır yalan!” diye haykırmaya.
*
Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı şeyin ne kadar irrasyonel bir şey olduğunu...
Bundan daha iyi hiçbir şey açıklayamaz.
PARTİZANLIK SARMIŞ DÖRT BİR TARAFIMIZI
BİRİ şöyle bir şey diyor:
Bu yol belediyenin sorumluluğunda değil. İktidarın sorumluluğunda.
*
Öbürü şu yanıtı veriyor:
Hayır, hayır. Bu yol Karayolları sorumluluğunda değil. Belediye bakıyor bu yola.
*
Biri şöyle bir şey diyor:
İstanbul kara teslim olmuş, İstanbul’un başkanı balıkçıda.
*
Öbürü şu yanıtı veriyor:
Sen havalimanının durumuna bak. Havalimanı perişan.
*
Biri şöyle bir şey diyor:
Belediye bu karda sınıfta kaldı.
*
Öbürü şu yanıtı veriyor:
Siz de Gaziantep’te sınıfta kalmıştınız ama.
*
Bu partizanca laflar arasında...
Bir tane bile...
“Herkes elbirliğiyle sınıfta kaldı” diyen yok.
*
Bizi bitirecekse... İşte bu partizanlık bitirecek.
BEŞ SAAT ARABADA MAHSUR KALINCA NELER YAPTIM?
Telefonla herkesi aradım. Üç senedir konuşmadığım arkadaşlarımı bile.
Küs olduğum birkaç kişiyle barıştım.
WhatsApp’ta oyalandım biraz. Sağa sola saçma sapan emojiler yolladım.
Hepsinden sıkılıp telefonu bıraktım elimden.
Telefon yine elimde! Bu sefer Dostoyevski dinlemeye başladım.
Sarmadı. YouTube’da ilahiyatçılara dadandım.
Yine sıkıldım. Eğlenceli bir şeyler aramaya başladım.
Önce Cem Yılmaz gösterisine takıldım. Sonra Ata Demirer’e geçtim.
Ve tabii zihnimde ikisi arasında kıyaslamalar yaptım.
“Bu yol hükümetin mi, belediyenin mi sorumluluğunda?” diye düşündüm.
Arabaların tekerlerine baktım: Kış lastiği takmışlar mı diye.
Yanımda duran arabadakilerle arkadaş oldum.
Yeniden telefonu elime aldım. Ve aradığım numaralar, meşgule atmaya başladılar.
Paylaş