Ne inkár ne isyan

28 Şubat döneminde ÖDP’nin şöyle bir sloganı vardı:

‘Ne Refahyol, ne hazır ol!’

Yine aynı dönemde bazı gazeteciler, iki tarafa da uzak durduklarını şu formülasyonla dile getiriyorlardı:

‘Ne cami, ne kışla.’

Bir de Sezen Aksu şarkılarından birinde geçen ‘Ne inkar, ne itiraf. Bu yalnızca sitem’ dizesi var ki, bu bağlama girer mi, girmez mi bilemiyorum.

Peki nereden çıktı şimdi bunlar? Durup dururken neden ‘Ne o, ne bu’ formülasyonundan örnekler sergiliyoruz?

Anlatalım...

* * *

Efendim, dün sabah, Güneydoğu’dan gelen belediye başkanlarıyla, ‘bahara rağmen ağırbaşlılığını koruyan’ Sultanahmet’te kahvaltıda bir araya geldik.

‘Ora’ belediye başkanları adına sözü alan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, ‘Ne istiyoruz: Barış!’ diye özetleyebileceğim bir konuşma yapmaya başladı..

Günün ilk kahvesi içilmemiş. Sabah mahmurluğu üzerimde...

Bir de bildik tezler gelince tabii ki dikkatimi tam olarak toplayamadım...

Ama... Baydemir, konuşmasının sonlarına doğru ‘adamı uçuran’ şu saptamayı yapınca işin rengi değişti: ‘Ne inkar, ne isyan!’

Hemen dikkat kesildim, sabah mahmurluğunu üzerimden attım...

Ve ‘büyülü formülasyon’un mahiyetini kavramaya çalıştım... Kavradım da:

‘İnkar’dan kasıt, Kürt kimliğini inkár etmek ve inkár politikalarını sürdürmekti.

‘İsyan’dan kasıt ise, elde edilemeyen demokratik haklar uğruna silaha sarılıp isyan etmekti.

Baydemir, ‘Ne inkar, ne isyan’ diyerek, hem Kürt kimliğinin inkárına karşı çıkıyor, hem de silahlı kalkışmaya...

Böylece kulağa çok hoş gelen bir ‘üçüncü yol’ imkanı doğuyordu ki ‘etkilenmedim’ desem yalan olur...

* * *

Ama tabii ki ‘kafa konforu’ uzun sürmedi...

Yanıtlanması gereken şu uğursuz soru beynimi kemirmeye başladı:

‘Ora’ aydınları İmralı’dan, dağdakilerden, yani şiddetten bağımsız ve bağlantısız bir yol çizecek kudrete sahip mi?

Soruyu sordum.

Osman Baydemir ve arkadaşları, bu soruya karşılık olarak, ‘Biz bağımsız ve bağlantısızız. Sizi ikna etmek için ne yapabiliriz?’ diye bir karşı soruyla cevap verdiler.

Bir an için ‘ora’ koşullarını, yükselen milliyetçiliği, birbirlerine sağır dünyaları, provokasyonları filan düşündüm...

Bütün bunların üzerine Kürt aydınlarının cesaretsizliğini ekledim. Ve Baydemir’e dönüp şöyle dedim: ‘İşiniz çok zor...’

Toplantı bittiğinde dudaklarımda ‘Ne inkar, ne itiraf. Bu yalnızca sitem’in melodisi takılmış kalmıştı...

Dersimi aldım, ediyorum ezber

KENDİLERİNİ ‘orta halli’ ya da ‘başarısız’ kategorilerinde değerlendirme talihsizliğinde bulunduğum çok sayın bakanlarım...

Bana yazdıkları upuzun mektuplarda, bağlı bulundukları bakanlıkların ‘faaliyet raporları’nın dökümünü yapan pek muhterem basın danışmanları...

Beni telefonla arayıp ‘Yaptığın çok ayıptı... Bizim bakana yapılır mı bu?’ diye ‘ayar veren’ sayın bakanlarımızın yakın çevrelere mensup değerli zevat...

Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun için ‘başarısız’ nitelemesinde bulunmam nedeniyle, bana karşı Türkiye çapında mektuplu protesto etkinliği başlatan memleketimizin bilumum yaş sebze ve meyve komisyoncuları...

Ve tepki vermek yerine ‘Bir gün elimize düşer’ diye nefretini her daim keskin tutmaya hevesli olanlar... Bu bir açık özürdür.

Tuttum, ‘İşte başarılı ve başarısız bakanlar’ diye bir liste yapma gafletine düştüm.

Acemiliğim ve saflığım nedeniyle bakanlık makamının alınganlık potansiyelinin ne derece büyük olduğu gerçeğini ihmal ettim.

Ne taktik izledim, ne de strateji...

Bakanların kamuya yansıyan imajlarıyla verilen iki cümlelik hükümlerin, en fazla sitem mevzusu olabileceğini düşünen ‘müptedi’ bir gazeteci olduğumu kabul ediyorum...

Yani dersimi aldım, ezber ediyorum.
Yazarın Tüm Yazıları