Paylaş
Herkes gibi ben de sallantıyla uyandım.
*
Sabahları en az üç kahve içmeden gözünü bile açamayanlar familyasından olduğum için kalakaldım.
Sadece aval aval etrafıma baktım.
*
Üçüncü saniyede içimden geçen cümle şu oldu:
*
“Profesör Naci Görür’ün bir süredir tellallığını yaptığı büyük İstanbul depremi bu mu acaba?”
*
“99 depremi”, “Düzce depremi” falan...
Bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden.
*
Sonra da...
“Ne yapacaktık yahu biz? Çöküp tutunacak mıydık? Masanın altına mı girecektik? Kapanacak mıydık?” soruları zihnimde belirmeye başladı.
*
- Çökecek yer bulamadım.
- Kapanacak mecal bulamadım.
- Tutunacak mecra bulamadım.
Öylece kalakaldım.
*
Bir de baktım ki...
Kedim Sekter...
Anında çökmüş, anında kapanmış, anında tutunmuştu.
Kulaklarını dikmişti. Kuyruğu fır dönüyordu.
Kedim Sekter’in benden çok daha duyarlı, çok daha sorumlu ve çok daha disiplinli bir vatandaş olduğuna kanaat getirdim.
*
O anların en tuhaf tarafı şuydu:
*
Ben ne yapacağını bilmez halde aval aval etrafıma bakarken...
Kedim Sekter, bana...
“Üç kahve içemeden güne başlayamam artistliğine kendini kaptırırsan işte böyle aval aval etrafa bakarsın” der gibi bakıyordu.
AMA BU HAYSİYETSİZLİK
BU görüntü İran’da çekilmiş. Dünya Kupası’nda İran’ın İngiltere’ye farklı yenilmesi üzerine İngiliz bayrağıyla sokağa fırlayan bir motosikletlinin görüntüsü bu. İngiliz bayrağını almış sırtına, sözüm ona İran’daki kadınların özgürlüklerine yönelik kısıtlamaları protesto ediyor.
*
Ta en başından beri söyledim:
İran rejiminin kadın kıyafetine müdahale etmesine şiddetle karşıyım. Benim gözümde kadının zorla başını açtırmak ile zorla başını örttürmek arasında hiçbir fark yok. İkisi de zorbalık. İran’da bu zorbalığa karşı başlayan tepkileri de sonuna kadar destekliyorum.
*
Olaya böyle bakıyor olmam bu motosikletlinin yaptığının tam anlamıyla bir haysiyetsizlik olduğunu fark etmeme engel değil.
*
Haysiyetsizliğin bile bir ölçüsü olur.
Bu öyle ölçüsüz bir haysiyetsizlik ki...
Sırtına bayrağını aldığı İngiliz’in, İran’ın petrolünü millileştirmek isteyen Başbakan Musaddık’ı bin türlü alavereyle devirmiş olmasını aklına bile getirmiyor.
KAMERALAR OLMASA
MECLİS Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yapılan tartışmalarda gerginlik, yüksek tansiyon, bağırış, çağırış, haykırış hiç bitmiyor.
“Bu öfke ne diye?” sorusunun tek bir cevabı var:
*
Tartışmanın iki tarafının da kişisel kameralarının faaliyette olması.
*
Şöyle ki:
*
- MUHALEFET MİLLETVEKİLLERİ: Kamera kuruyorlar. Tamamen seyirciye oynayarak karşı tarafı çıldırtacak sorular soruyorlar. Karşı taraf öfkeleniyor. Bağırıyor. Ve bingo! Ortaya muazzam bir propaganda videosu çıkıyor.
*
- BAKANLAR: Onlar da benzer bir yaklaşım içindeler. “En sert karşılığı vereyim. Cevabım videoya çekilsin. Video yayınlandığında destansı bir çıkış yaptığımı herkes görsün” anlayışıyla hareket ediyorlar.
*
Yani telefon, kamera, canlı yayın, video falan olmasa...
Bu yaşananların binde biri yaşanmaz.
KIZMAK NEDİR ABİ
SİSİ ile barışılıyor. Esad ile de barışılacak.
*
Yıllarca “Sisi ile barış, Esad ile barış” diyenlerin bugün süper bir asap bozukluğu içine girmelerini anlamıyorum.
*
“Ben sana demedim mi?” dersin. “Bunca zaman niye bekledin?” dersin. “Bu hale gelmesi şart mıydı?” dersin. “Bak benim dediğime geldin” dersin. “Geç de olsa bu noktaya gelmen iyi oldu” dersin.
*
Kızmak nedir abi? Asap bozukluğu nedir? Mutsuz olmak nedir?
ABDİ’YE GÜVENİYOR SOYLU’YA GÜVENMİYOR
ABD’nin Suriye’de bir adamı var:
Mazlum Abdi.
*
Bu adam, Suriye’de bir terör devleti kurmak için çabalıyor. ABD’li ağababalarının da desteğini almış durumda. Yolu sık sık Washington’a düşüyor. “Abdi” soyadını da değiştirdi. “Kobani” yaptı. Kendisine “Mazlum Kobani” diyor.
*
Slogan atmaya meraklı bir aktivist olacakken yanlışlıkta gazeteci olmuş bir arkadaş var.
Adı: Amberin Zaman.
Kemal Kılıçdaroğlu ile Londra’da özel görüşmeler yapacak kadar ağırlığı olan bir arkadaş bu. (Kemal Bey de ne bulur bu tiplerde bir türlü anlayamadım.)
*
Bu arkadaşın... İstiklal Caddesi’nde terör saldırısı konusundaki tutumu şöyle:
*
- Süleyman Soylu’ya, yani devletin İçişleri Bakanı’na zerre kadar güvenmiyor. Onun anlattıklarını elinin tersiyle itiyor.
*
- Buna mukabil, aynı konuda Abdi’ye olan güveni tam. Abdi’yi güvenilir kaynak yerine koyuyor. Onun anlatısına mikrofon tutuyor. O anlatıyı allayıp pullayıp sunuyor.
*
Süleyman Soylu anlatınca...
Yüzünü buruşturuyor.
*
Abdi anlatınca...
Yüzünde güller açıyor.
*
İki anlatıya da ihtiyatla yaklaşsa bir şey demeyeceğim de Abdi’yi güvenilir kaynak olarak seçmesini kusturucu buluyorum.
Paylaş