Paylaş
* * *
Gelin, Nazlı Ilıcak’ın geçmişine şöyle bir bakalım:
Notre Dame De Sion Lisesi’nde öğrenim gören gencecik bir kız iken...
Askerlerin babasına ve babasının arkadaşı Menderes’e yaptıklarına karşı isyan bayrağını çekmesini bilmiştir... Asker karşıtlığını hep diri tutmasında o günlerin etkisi büyük...
12 Eylül’de gazetesinin birkaç kez kapatılmasına yol açmıştır.
Demirel’in adının anılmasının yasak olduğu günlerde “Bir bilen diyor ki” diyerek Demirel’in görüşlerini topluma yansıtmıştır...
Turgut Özal’ın en güçlü olduğu dönemde eşinin işlerinin bozulmasına neden olmak pahasına anti-Özal bir çizgi izlemiştir...
Herkes “Tansu... Tansu...” diye inlerken o “Mesut... Mesut...” demiştir...
Erbakan’ın üzerine çullanıldığı zaman Erbakancı olmuştur...
28 Şubat’a meydan okudu, andıç kepazeliğini ortaya çıkarmıştır...
* * *
“Görüşleri bana uymaz” diyebilirsin... “Çok tarafgir” diyebilirsin... Üstlendiği “misyon”dan haz etmeyebilirsin... İnatçılığına kafayı takabilirsin...
Hatta sebepsiz yere “antipatik” bile bulabilirsin...
Ama şu memlekette “Askere goygoyculuk yaptı / yapıyor” denilecek son kişi Nazlı Ilıcak’tır...
Ata Demirer’in 5 yıllık değişimi
BEŞ yıl önce...
Rumelihisarı’nda izlediğim Ata Demirer:
Güldürüyordu, eğlendiriyordu ama sonuçta “bir taklit avcısı” olarak akılda kalıyordu...
Eski zamanların mizah anlayışının bir numaralı formu olan “ünlü taklitleri”ne fazla yaslanıyordu.
Bir hikâyesi yoktu.
Daha doğrusu bir hikâyesi vardı ama hikâyesini, yapacağı ünlü taklitlerine zemin hazırlamak amacıyla anlatıyordu...
Dolayısıyla taklitleri çıkarınca ortada pek bir şey kalmıyordu.
* * *
Geçen gün...
Beşiktaş Kültür Merkezi’nde izlediğim Ata Demirer:
O artık müthiş bir hikâye anlatıcısı olmuş...
Bir hikâyesi var...
Zekice geçişlerle kurgulanmış, yaratıcı mizahla zenginleştirilmiş, temposu hiç düşmeyen ve bitmesin diye dua ettiğiniz muhteşem bir şov...
Yine taklit yapıyor ama taklitlerini anlattığı hikâyeyi zenginleştirmek için kullanıyor.
Tıpkı muhteşem şarkı söyleme yeteneğini kullandığı gibi...
O taklitleri ve şarkıları çıkardığınızda kahkahalardan pek bir şey eksilmiyor yani...
“Kendini geliştirmek” diye bir şey varsa...
Bundan başka bir şey değildir...
Keşfetmek istediğim 5 sır
* BİR: Türkçenin en banal ve matrak kelimesi olan “Köftehor” kelimesinin etimolojik kökeni...
* İKİ: Başbakan Erdoğan’ın sıkça gerçekleştirdiği taksi durağı ziyaretlerinin AK Parti’nin oylarına ne kadar etki yaptığı...
* ÜÇ: Son yedi yılda kaç türbanlı kadının cip sahibi olduğuna dair sayısal bir veri...
* DÖRT: Kemal Kılıçdaroğlu ve Muharrem İnce’nin ardından CHP’den yeni bir starın çıkıp çıkmayacağı meselesi...
* BEŞ: Ezel dizisindeki “Ramiz Dayı” karakterinin üfürdüğü aforizmalar için, senaristlerin hangi kitapları karıştırdığı...
Ben neden orada değilim
* Eğer ben bu hükümetin, “geleneksel iktidar kurumları”nın haksız egemenliğini yerle bir edip yerine demokratik kurumları getirmek için mücadele ettiğine inanabilseydim...
* Eğer ben bu hükümetin, “geleneksel iktidar kurumları”nı devirirken yerine kendi kurumlarının haksız egemenliğini getirmeyeceğine ikna olabilseydim...
* Eğer ben bu hükümetin amacının, gerçekten de “darbeler dönemi”ni bitirmek üzere acayip riskli bir mücadele dönemi başlattığına koşulsuz iman edebilseydim...
* Eğer ben bu hükümete yönelik itirazların tümünü, “darbe korkusunu sistem üzerinde kalıcı bir korku unsuru” olarak sürdürmek isteyenlerin direnişinden ibaret görseydim...
* Eğer ben Ergenekon’un sulandırılmaya sıfır müsait bir büyük arınma süreci fırsatı olarak değerlendirebilseydim...
* Eğer ben hükümete yönelik her türlü eleştiriyi, “bir odaktan yönlendirilmiş kasıtlı kampanya” olarak yaftalayıp geçersiz hale getirme çabasını fark etmeseydim...
* Eğer ben demokrasiye gönül vermiş birkaç demokrat müteşebbisin, “memlekete çok sesli bir medya lazım” fikrinden yola çıkarak gazete ve TV satın aldığını düşünseydim...
* Eğer ben hükümet eliyle yeni bir “medya düzeni” oluşturma çabasını, yani iktidar kıyaklarını falan göremeyecek durumda olsaydım...
* Eğer ben gerçekten de “yandaş” adı verilenlerin, hükümetin kayıtsız şartsız destekçisi değil de müthiş ilkeli adamlar olduklarına şeksiz şüphesiz iman etseydim...
“Ortada” falan olmaz, orada olurdum...
Paylaş