Paylaş
Hatıralar sardı dört yanımı.
Ve o hatıralardan dört savruk not çıkardım:
* * *
- BİR: Meral Akşener, 28 Şubat’ın yaman kadınıydı... Korkusuzdu... Cesurdu... Asena’ydı... Gözünü budaktan sakınmazdı. Mücahitlerden daha mücahit idi... “Cemaat” bile askere tam teslim olma noktasına gelmişken o koca generallere karşı amansızca savaş verdi.
- İKİ: 28 Şubat günlerinde dönemin “kudretli generali” tarafından, “Söyleyin ona... Onu kazığa oturtacağım” diye tehdit edilmişti. O ise korkup tırsmak yerine... Biraz maço bir dille yanıtı yapıştırmıştı: “Beni kazığa oturtacak o generale söyleyin, Kazıklı Voyvoda homoseksüeldi”.
- ÜÇ: Kusurları da yok değildi hani. Mesela... Çiller ailesine biraz fazla angaje idi... Mesela... Gücünün doruğunda olduğu günlerde Ertuğrul Özkök’ün telefon görüşmelerini gizlice kaydedip kamuoyuna açıklama görevini bizzat üstlenmişti...
- DÖRT: Benim için büyük muammadır: AK Parti’nin kuruluş aşamasında Tayyip Erdoğan’ın yanında yer alırken, birdenbire hareketi terk edip neden kendisini “baba ocağı” MHP’ye attı? 13 yıldır görüşmüyorum kendisiyle... Görüştüğüm ilk fırsatta bu bahsi açacağım.
Sevdim bu matrak arkadaşı
ADAMIN biri, geçmiş telefonun başına ve “155 Polis İmdat”ı çevirmiş.
Demiş ki:
“Polis abiler! Şu plakalı üzeri mavi brandayla çevrili kamyonu Ankara girişinde çevirin... Kamyon askeri mühimmat yüklüdür...”
Son zamanlarda “asker kaçar/polis kovalar” oyununa kendilerini fazlaca kaptıran polis ekipleri, hemen kamyonu yakalayıp askeri mühimmatı ele geçirmişler.
Bülent Arınç’ı arayıp “Enseledik” dediler mi bilmiyorum.
Ama bildiğim bir şey var, o da polislerin kısa bir süre içinde yaşadıkları soğuk duş... Meğer askerlerin, sivil plakalı kiralık kamyonlarla mühimmat taşımaları rutin bir işlemmiş.
Sonuç:
Şimdi Ankara’da bütün polis ekipleri, yana yakıla “155 Polis İmdat”a ihbarda bulunan “matrak ihbarcı”yı arıyorlarmış.
* * *
Olaydan çıkarılacak birçok ders var... Ama ben sadece şair Cahit Külebi’nin o meşhur “İstanbul” şiirinde geçen dizeleri bir parça değiştirmekle yetiniyorum:
“Kamyonlar mühimmat taşır/Ve ben boyuna onu düşünürdüm/Niksar’da evimizdeyken/Küçük bir serçe kadar hürdüm”.
Hafta sonu planları
- BİR: Cenk Eren adlı arkadaşımızın resmi patlayışına sahne olan “My Pavyon” adlı mekânda sosyal inceleme yapılacak.
- İKİ: 2010 model ihtida filmi olduğuna dair izlenimler sunan “Eşrefpaşalılar” adlı filme gidilecek.
- ÜÇ: İHL Sözlük’te Müslüman gençlerin kendi aralarında yaptıkları “oral seks tartışması”na şöyle bir göz atılacak.
- DÖRT: Tebdili kıyafet yapıp cumartesi akşamı Asmalımescit’e gidilecek.
Pınar Selek’in çilesi bitmez mi?
BU memlekette herkesin çilesi biter, Pınar Selek’in çilesi bitmez.
İnsan hakları savunucu Pınar Selek, yıllar önce Mısır Çarşısı’ndaki patlamanın sorumlusu ilan edildi...
Ve o gün bugündür süreç devam ediyor:
Hakkında dava açıldı... Yargılandı... Hapse girdi... Hapisten çıktı... Suçlamanın işkence altında alınan sanık ifadesine dayandırıldığı ortaya çıktı... İşkence altında ifade veren sanık beraat etti... Hava ağırlaştı... Hava yumuşadı... Tayyip Erdoğan Başbakan oldu...
Kısacası...
O oldu, bu oldu ama Pınar’a yönelik suçlama hâlâ gündemdeki yerini koruyor.
Delil yokmuş, tanık ifadesi işkence altında alınmış, iddianın dayanağı zayıfmış, kimin umurunda?
Soruyu şöyle yanıtlayalım: Mademki vicdan sahibiyiz, o zaman bizim umurumuzda!
Sakin olun Zülfü Bey
“VEDA” adlı bir film yaptınız.
İyi yaptınız, hoş yaptınız ama bu şiddet, bu ne celal Zülfü Bey...
Neden en küçük bir eleştiri karşısında hemen parlıyorsunuz ki?
Sonuçta yaptığınız bir sinema filmidir.
Ve her sinema filmi gibi sizin filminiz de ihaneti ve alkışı tadacaktır.
* * *
Sinema filmlerinin kaçınılmaz kaderidir:
Kimi yere göğe koyamaz, kimi yerden yere vurur...
Kimi övgülere odaklanır, kimi olumsuz eleştirilere...
Kimi “Yüz binler filmi seyrederken gözyaşları sel oldu aktı” diye yazar, kimi “Kimse beğenmedi” der.
Normaldir bunlar.
Ama normal olmayan sizin tepkiniz.
“Filminize yönelik eleştiriler var” diyene bin sitem ediyorsunuz.
“Film pek beğenilmedi” diyeni patrona şikâyet ediyorsunuz.
Bu ne alınganlıktır böyle?
“Yergide biraz aşırıya gidenler” karşısında gösterdiğiniz bu celadetli tavrı, neden “Övgüde aşırıya gidenler” ile dengelemiyorsunuz ki?
Yoksa sizin kitapta, “Övgü serbest, yergi yasak” mı yazıyor?
Paylaş