Paylaş
Öyle avazın çıktığı kadar bağırmayacaksın...
Uzlaşmaz, hırçın, ödünsüz bir lider olmaktan vazgeçeceksin...
Yoksa...
Milletin ağzı torba değildir, büzülmez...
Münasebetsizin biri çıkıp, “Dağdan inene gösterdiğin toleransı, aleyhine yazıp çizene niye göstermiyorsun Tayyip Bey” diye soruverir...
Ya da...
Yüreği yanmışlardan biri, hiç ummadığın bir anda karşına çıkıp, “Dağdan ineni beş dakikada serbest bırakırken, Ergenekon’dan içeri tıktığını 18 aydır
kodeste tutuyorsun... Bu mu adalet?” diye haykırabilir...
* * *
O zaman...
Barışçı olacaksın...
Ama hakiki anlamda barışçı...
Dağdakiyle barışıp, bağdakiyle kavga ederek...
Barışı tesisi edemezsin...
Güneydoğu’nun kalbini kazanırken...
Ege’nin kalbini kırarak da alamazsın Nobel’i...
Kandil Dağı’ndan inenlere özgürlük tanır, hayatında hiç dağa çıkmamışların sesini kısmaya kalkarsan...
Kimse yemez senin barış adımını...
Terörü yenen lider olarak mı geçmek istiyorsun tarihe?
Teröristi ehlileştirmek için sevecen adımlar mı atmak istiyorsun?
O zaman...
Önce attığın bu adımların yadırganmasını önleyecek bir ortam oluşturmalısın memlekette...
Bir taraftan herkesi hizaya sokup önüne gelene bin tekme atar, bir taraftan da dağdan inene kucak açarsan...
Bir taraftan elindeki güce güvenip, senin gibi düşünmeyenlerin ve yaşamayanların güvenini kaybetmekten zerre kadar endişe duymaz, bir taraftan da dağdakilerin güvenini kazanmak için çırpınırsan...
Adalet duygusunu incitirsin...
İnandırıcılığın kalmaz...
Her taraftan “Olmaz olsun böyle barış projesi” sesleri yükselir...
* * *
Dağdan inenin yaptığı zafer gösterisine olağanüstü tahammül gösterirken, yemek yediğin lokantanın önünde “açım” diyerek minik bir gösteri patlatan üniversiteliyi tartaklatırsan polise...
Nobel’i falan unut...
Başıbozuk Mümtaz’er
SON gelişmelerin ardından milletin büyük bir bölümü öyle ya da böyle, haklı ya da haksız burnundan solurken...
Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne, zücaciye dükkânına giren fil gibi hareket edip, alenen ve resmen süreci baltalıyor...
“Abdullah Öcalan’ı affedelim...” diyor...
“Öcalan’ı Osmanlı’daki gibi ‘başıbozuk paşa’ yapalım...” diyor...
Öcalan için sürgün yeri de belirlemiş Mümtaz’er...
“Öcalan’ı Türkbükü’ne gönderelim...” diyor...
Sanırım Divan Palmira’nın yanındaki uygun araziye bir villa kondurulması gerekecektir...
Ve çiçekli gömleği, lacivert şortuyla her akşamüstü yürüyüşe çıkan “Başıbozuk Apo Paşa”, en çok paparazzilerin özel hayatına müdahale etmesinden şikayetçi
olacaktır...
Hay ben sana ne diyeyim Mümtaz’er...
Dur, dur... En iyisi sana demeyeyim de Tayyip Bey’e sesleneyim:
“Tayyip Bey... Tayyip Bey... Madem süreci baltalayanlara karşı ağır konuşuyorsunuz... Şu Mümtaz’er’in de kulağını bir çekiverseniz... Beni dinlemez ama sizi dinlemesi garantidir...”
NE YAPARKEN GÖRÜLDÜLER
AKİF İLE MUSTAFA
Yönettikleri gazete ve televizyonu bir tarafa bırakıp, Doğuş Grubu’nun uçağına atlayarak Beşiktaş maçına giderken... (Ben de böyle kıyak bir işte çalışmak istiyorum... Fettah Bey! Onları at, beni al...)
Eşini kaybeden yazarlar derneği
HASAN PULUR - Bin yıllık hayat arkadaşını kaybettiğinde hepimizi çok etkileyen bir röportaj vermişti Ayşe’ye... Kesip saklamıştım o röportajı... Hüznün bana en çok yakışacağını düşündüğüm zamanlarda açıp okurum...
HAKKI DEVRİM - Kaybettiği eşi Gülseren Hanım’ın ardından, en güzel ve en dokunaklı yazılarını yazıyor... Okurken “büyük eksiklik duygusu” neymiş, anlıyorum...
NAİL GÜRELİ - Ve hepimizin Nail Abisi de, dünkü yazısında kaybettiği hayat arkadaşının geride bıraktığı kocaman boşluğu yazmış... Hayatımda okuduğum en iyi Nail Güreli yazısıydı...
* * *
Teşekkürler, “Eşini kaybeden yazarlar derneği”nin üyeleri...
Sizin sayenizde, “ölümün yol açtığı eksiklik duygusu” neymiş anladık...
Ve bu vesileyle...
Kaybettiklerinizi bir kez daha rahmetle anıyoruz...
Paylaş