Paylaş
Şunu demiş:
“Falanca yurdumuzda kız ve erkek öğrenciler aynı merdiveni kullanarak yatakhanelere gidiyorlar. Bu yüzden diken üstündeyim”.
*
Farkında mısınız?
Son günlerde gelen geçen abanıyor “kızlı erkekli” kalıbına...
- Kızlı erkekli denize girdiler.
- Kızlı erkekli trene bindiler.
- Kızlı erkekli kamp yaptılar.
- Kızlı erkekli direnişe geçtiler.
- Kızlı erkekli çadırlarda kalıyorlar.
*
Ve Trabzon’dan gelen açıklamayla...
Literatürümüz daha da zenginleşmiş oldu:
- Kızlı erkekli merdivenden çıkıyorlar.
- Kızlı erkekli merdivenden iniyorlar.
*
Nasıl kurtulacağız bu “kızlı erkekli” kalıbından?
Sanırım...
“Kız” ile “erkek” kelimeleri yan yana görüldüğü anda akla ilk gelen şey değil de ikinci gelen şey temel alındığı gün kurtulacağız.
Hadi bakalım.
İnşallah.
‘Diktatör’ demeden eleştiri yapılamaz mı?
- HÜKÜMETİ eleştirirken elini en yüksekten tutup “diktatör” diye haykıranlar için gelsin: Savunurken yapılan ölçüsüzlük nasıl savunulanın hanesine eksi puan yazdırıyorsa, eleştirirken yapılan ölçüsüzlük de eleştirilenin hanesine artı puan yazdırır.
- Sen “diktatör” deyince... Savunmadaki hemen atılıp başlıyor tarihin en namlı diktatörlerinin yapıp ettiklerini saymaya... Ve ardından da soruyor: “Bunların hangisini yaptı da diktatör diyorsun?” Oysa “diktatör” demesen, mesela “otoriter eğilimleri var” desen... Savunmadaki böylesi bir atılım yapamayacak.
- Üstelik “diktatör” demek de acayip sorunlu... Serbest seçimle gelmiş, eğer vatandaş isterse serbest seçimle de gidecek... Oysa diktatörlerin en önemli özelliğidir: Serbest olmayan seçimlerde yüzde 90’ları aşan oylarla gelip 40 yıl çöreklenmek.
- “Demokrasiyi sandıktan ibaret görüyorsun ve bu nedenle otoriterleşiyorsun” demek, ağır bir eleştiridir. “Diktatör” demene gerek yok yani.
- Ağır eleştiri yapmak için kapıyı ille de “diktatör” ile açmak, ille de “Hitler”le kapatmak zorunda değilsin.
- Kapıyı “diktatör” ile açar, “Hitler”le kapatırsan... Ağır eleştiri yapmış olmazsın... Ağır haksızlık yapmış olursun.
- Ağır haksızlık yaptığın takdirde yapacağın haklı eleştirilerin de kıymeti kalmaz.
Niye gittin o iftara?
İSTİKLAL Caddesi’nde iftara gittim.
“Niye gittin o iftara” dediler.
*
CHP’nin iftarına gittim...
“Yakında Kemal Kılıçdaroğlu’na danışman olursun artık” diye laf çaktılar.
*
Beyoğlu Belediyesi’nin iftarına gittim...
“Taksim’de gaz sıkılırken ne işin vardı o iftarda” diye suçladılar.
*
- Türkiye’nin “bizler” ve “onlar” diye ortadan ikiye bölünmek istendiği...
- Mahalleler arasında kalın duvarların yükseldiği...
- Gettosuna çekilmeyenin kınandığı...
- Kutuplaşma projesine aykırı davranmanın risk taşıdığı...
Şu “ilginç” dönemde...
Hepimizin temel görevidir:
Konuşabiliyor, tartışabiliyor, aynı masaya oturabiliyor, aynı ortamlara girebiliyor, çay içiyor, yemek yiyor oluşumuzu sonuna kadar savunmak ve korumak...
Diren Rojava
ROJAVA’da Kürtler ile El Kaide bağlantılı Nusra çatışıyor.
Daha doğrusu:
Rojava’da Kürtler, kendilerine yönelen Nusra saldırılarına karşı direniyorlar.
*
‘Diren Rojava’ diyorum.
Şu üç nedenden dolayı:
BİR: Yerleşik olanın, dışarıdan gelip racon kesmeye kalkışana karşı kendini savunma hakkı olduğuna inanıyorum.
İKİ: Nusra’nın sivil hedef falan dinlemeden vahşet sergileme kapasitesinin sayısız örneğine tanık oldum, oluyorum.
ÜÇ: Nusra’nın dayısı, tankı, destekçisi, finansörü varken direnen Rojava’nın bu tür desteklerden yoksun olduğunun farkındayım.
Kadir Gecesi planım
- Borsa’da iftar... (Denemek isteyenlere uyarı: İftariyeliklere yüklenmeyin, arkadan çok daha mükemmel lezzetler geliyor).
- Sultanahmet’te teravih... (Gitmek isteyenlere uyarı: Yeşil Ev’e saklanmak yerine geleni geçeni görebileceğiniz meydana bakan bir nargile kafesini tercih ederseniz daha süper olabilir. Ayrıca sakin kalabalığın içinde dolaşmayı, hediyelik eşyaların satıldığı sokağa uğramayı da ihmal etmeyin... Tabii Ayasofya ve Sultanahmet Camisi’ni şöyle bir temaşa etmeyi de).
- Beyazıt’ta kitap fuarı... (Uğramak isteyenlere uyarı: Her ramazan Sultanahmet’te düzenlenen Diyanet’in kitap fuarı, bir süredir Beyazıt Meydanı’nda... Beyazıt’taki fuar, Sultanahmet’teki kadar büyük ve etkileyici değil ama yine de idare eder... İslami yayın piyasasında ne olup bittiğini kavrama imkânı veriyor en azından).
- Yahya Efendi Dergâhı’nda duruş... (Yolu düşeceklere uyarı: Ortaköy’deki bu dergâh ve caminin insanı etkileyen süper ötesi manevi bir iklimi var. Dünyevi şeyleri bir tarafa bırakıp bir süre konsantre olmayı deneyin... Bin yoga yapsanız elde edemeyeceğiniz derinliğe kavuşacaksınız).
- Eyüp Sultan’da sahur... (Gitmek istemeyenlere uyarı: Burası küçük Medine gibi... Ortamıyla, atmosferiyle, kalabalığıyla, yaydığı metafizik etkiyle falan... Mutlaka uğrayın... Hem maneviyatından tadın, hem de sosyolojik gözlem yapın. Üstelik her türlü damak zevkine hitap eden değişik sahur mekânları da olayın bonusu).
Gazetecilik öldükçe
GAZETECİLİK ölüyor. Meslek can çekişiyor. Buna mukabil... İletişim fakültelerinin sayısı hızla artıyor. Her iletişim fakültesinde binlerce öğrenci.
*
YÖK Kanunu’nda...
“Ölmekte olan mesleklere kalifiye eleman yetiştirmekten
vazgeçmek” diye bir madde yok mu acaba?
Paylaş