HANİ "Şu Metris’in önü bir uzun alan / Bir tek seni sevdim gerisi yalan" diye bir türkü vardır ya...
İşte o türkünün yaratıcısı Ali Asker, 70’li yıllarda çok daha "doğrudan" türküler yakardı.
Mesela...
"Kumandan Che" için yaktığı bir türkü vardır.
Acayip sosyal içerikli bu türkünün sözleri şöyle bir şeydir:
"Binbaşı Ernesto ölmedi daha / Dünya halklarına bin selam olsun / Kızıl yıldızı da parlar alnında / Dünya halklarına bin selam olsun."
Türkünün ilerleyen bölümlerinde Ali Asker, en etkileyici sloganını patlatmıştır:
"Devrim için savaşmayana bizler / Revizyonist deriz, bunu bilsinler / Oportünist deriz, bunu bilsinler / Bunu böyle söyler bizim önderler."
Vallahi, benim "böyle söylerler" diyebileceğim bir "önder kadrom" yok.
Ama bu türkünün sözlerinin verdiği ayakla, attırabileceğim iki dizeye sahibim:
"Kendini içe kapatana bizler / İzolasyonist deriz, bunu bilsinler."
***
Hani son zamanlarda "Lübnan’da ne işimiz var bizim? Arapları korumak için Lübnan’a asker mi göndereceğiz? Bırakalım ne halleri varsa görsünler" diye bir yaklaşım var ya...
İşte bu yaklaşım nedeniyle anımsadım Ali Asker’in aşırı propagandist türküsünü.
Söylemek istediğim şudur:
Türkiye içe kapalı bir politika izleyemez!
"Asker gönderme" dahil her türlü seçenek üzerinde durmalıdır.
Çünkü:
BİR: İnsani açıdan sorumlulukları var.
İKİ: Tarihi açıdan sorumlulukları var.
ÜÇ: Hepsinden önemlisi çıkarları bunu gerektirmektedir.
Ne yani?
Ölenler Arap diye, "Onlar bizi arkadan vurmuştu" edebiyatına sığınıp hiçbir şey yokmuş gibi mi yapacağız?
Ayrıca...
"Hiçbir şey yokmuş gibi yapmak" çare midir?
Görmüyor musunuz?
Bu öyle basit bir bölgesel savaş değil. Bölgede taşları yerinden oynatacak, sınırların yeniden çizilmesine yol açacak bir savaşla karşı karşıyayız.
O zaman bizim "sınırlarımızın içine çekilip" tecrit politikalarına sarılmamız bir çözüm olabilir mi?
***
Allah’tan Başbakan Erdoğan, izolasyonist politikalara prim vermeyip aktif bir duruş sergiliyor.
Dışişleri’nden, Genelkurmay’dan aldığı raporlar doğrultusunda "asker gönderme" konusunda net bir tutum izliyor.
Diyor ki:
BİR: Ateşkes ilan edilirse...
İKİ: Birleşmiş Milletler çatısı altında olmak kaydıyla...
ÜÇ: Görev tanımı net bir şekilde yapılırsa...
Lübnan’a asker göndeririz.
Şimdi biz buna "Arapçı" politika adını mı vereceğiz?
O zaman böyle bir gücün içinde yer almak isteyen Fransa, İtalya ve İngiltere gibi ülkeler de "Arapçı" politika mı izlemiş oluyor?
Uzaktaki ülkeler, bölgede olup bitenlere müdahil olurken, biz yanı başımızdaki olay karşısında tavırsız kalacağız.
Bu mudur istenen?
***
Son söz şudur:
"Lübnan’a koşullu olarak asker göndeririz" politikasını sahiplenen ve risklerini üzerine alan isim Başbakan Erdoğan’dır.
Erdoğan’ın açıklamalarına baktığımızda şunu görüyoruz ki, Genelkurmay da üç koşula bağlı olarak asker gönderme konusuna sıcak bakmaktadır.
Ayrıca...
Erdoğan, bu duruşunu Bush’tan Putin’e; Blair’den Merkel’e dünya liderlerine de anlatmıştır.
Unutmayalım: Erdoğan son bir ay içinde...
ABD Başkanı Bush ile üç kez görüşmüştür.
İsrail Başbakanı ile dört kez, Filistin Devlet Başkanı ile ise beş kez görüşmüştür.
Yani...
Bu iş, sanıldığı gibi Ahmet Davutoğlu gibi bir "memur"un marifeti falan değildir.