Paylaş
Bazı kalem sahipleri hemen başlıyorlar, “Gel, ben sana bir KCK anlatayım” demeye...
Ve başlıyorlar bir büyük sırrı ifşa eder gibi anlatmaya:
- “KCK demek PKK demektir” diyorlar.
- “KCK totaliterdir” diyorlar.
- “KCK bir hayır örgütü değildir, bal gibi de bir terör örgütüdür” diyorlar.
- “KCK’nın başında Öcalan ve Karayılan var” diyorlar.
Diyorlar da diyorlar yani...
Sanki kendilerine “KCK çok cici bir örgüttür” denilmiş gibi...
Bu kalem sahiplerine şunu söylemek isterim:
KCK operasyonlarına itiraz edenler, “KCK bir hayır örgütüdür, ona operasyon yapılamaz” falan demiyorlar.
İtiraz edenler...
- “KCK operasyonu adı altında söz söyleyen ile bomba koyanı aynı kefeye koyuyorsunuz” diyorlar.
- “Teröristle sonuna kadar mücadele et ama eline silah almamış insanlara dokunma” diyorlar.
- “Önüne gelene KCK yapılanmasının içindedir diye suçlamada bulunma” diyorlar.
- “KCK operasyonu adı altında fikir özgürlüğüne darbe vurma” diyorlar.
Kenan Evren’in kızından gelen mektup
GEÇTİĞİMİZ günlerde “Bana ne Köşk’teki adamın dindarlığından?” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Yazıda özetle “Ben Cumhurbaşkanı’nın kişisel dindarlığıyla ilgilenmem... Cumhurbaşkanı hakka hukuka riayet ediyor mu, din ve vicdan özgürlüğüne saygılı mı, adil mi ona bakarım” demiştim.
Kenan Evren’in kızı N. Şenay Gürvit, bir mektup göndererek bu yazıdaki bazı hususlara itiraz etmiş.
Mektubu aynen yayınlıyorum:
* * *
“1 Kasım 2011 tarihli Hürriyet gazetesinde ‘Bana ne Köşk’teki adamın dindarlığından?’ başlıklı yazınızı dikkatle ve üzüntüyle okudum.
Zamanın Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın iyi niyetle kaleme aldığına inandığım anılarını görmedim.
Ancak annem merhum Sekine Evren için yapılan doğal bir İslami vecibeyi dahi konu ederek abartılı bir şekilde istismar etmenizi çok ilginç buldum.
Beyefendi!
Gerek inanç gereği, gerek görev gereği yapılanlar, tabii ki 30 yıl sonra zatınızı enterese etsin diye yapılmadı.
Gerçekten size ne?
Ortaya koyduğunuz kriterleri siz öncelikle kendi kaleminize ve vicdanınıza uygulayınız.
12 Eylül ile ilgili yazı yazmaya niyetlendiğiniz zaman kulaktan dolma yalan yanlış bilgileri pazarlamak yerine biraz zahmet edip arşivlere bakıverin.
95 yaşına gelmiş, ömrünün en az 50 yılını ülkesinin mutluluğu için harcamış bir insan için 30 yıl sonra bu derece kin kusulmasını anlamakta güçlük çekiyorum.
Yazıklar olsun!
N. ŞENAY GÜRVİT”
* * *
Bu mektup için bir şey demeyeceğim.
Benim yazdıklarım ortadadır.
Ancak Şenay Hanım’ın benim için kullandığı “Yazıklar olsun” dileğini, ömrümün sonuna kadar bir şeref madalyası gibi taşıyacağımı söylemeden geçemem.
Not defterleri neden suçun kanıtı olamaz
HAZIRLADIKLARI haber bültenlerinde “Sayın seyirciler! KCK tutuklusu Prof. Büşra Ersanlı’nın ele geçirilen not defterlerinde neler var neler” diye ağız suyu akıtanlar için söylüyorum:
Not defterleri herhangi bir suçun kanıtı olamazlar.
Neden mi? Şunlardan dolayı:
* * *
- Çünkü not defterleri savrukluğun şahikasıdır. Hezeyana sonuna kadar açıktır. Tutarsızlığın ve çelişkinin at koşturma yeridir.
- Çünkü not defterleri her türden insani uçuşun özgürlük sahasıdır. Bu nedenle her sözcükte suç arayan polis bakışına asla maruz kalmamaları gerekir.
- Çünkü not defterleri sadece sahiplerinin değişik okuma biçimlerine açıktır. Hoyratlar bir şey anlamaz. Anlarlarsa da yanlış anlarlar.
- Çünkü not defterleri kamu alanında alabildiğine tutarlı, çelişkisiz ve resmi olmak zorunda kalanların sığındıkları tek saçmalama alanıdır.
N.Ç. denince akla gelenler
- “Rıza” ve “razı” kelimelerinin duyduğu utanç...
- Ahlaksız kasaba dayanışması...
- Adli Tıp’ın verdiği “ruhen olgun” raporunun midede yarattığı ekşime hissi...
- Tuzun kokması...
- Tecavüzcülerin serbest kaldığı bir memlekette kimlerin içeride kalmaya devam ettiği meselesi...
- “Kapalı toplumlar ve ahlaki değerler” sorunsalı...
Kirvem bunu da yaz
OLAY şuydu:
40’lı yıllarda Mustafa Muğlalı adlı bir general, Van’ın Özalp ilçesinde 33 köylüyü kurşuna dizdirmişti.
Sorgusuz sualsiz. Acımasızca...
33 köylüyü kurşuna dizdiren bu generalin adı, sanki bir marifet işlemiş gibi, Van’ın Özalp ilçesindeki askeri kışlaya verilmişti.
Ve nihayet, dün itibariyle, bu utançtan kurtulduk.
33 köylüyü kurşuna dizdiren General Mustafa Muğlalı’nın adı, o kışladan silindi.
33 köylünün kurşuna dizilmesi olayının acısını hâlâ yüreklerimizin derinliklerinde hissediyorsak, bunda şair Ahmed Arif’in “33 Kurşun” adlı şiirinin payı büyüktür. Ahmed Arif, “Kirvem hallarımı aynı böyle yaz / Rivayet sanılır belki / Gül memeler değil / Domdom kurşunu / paramparça ağzımdaki” dizeleriyle 33 köylünün acısını haykırdı.
Onun da ruhu şad olsun.
Bir fikir değişikliği: Atatürk tartışılmasın
DÜNKÜ yazımda gayet iyi niyetli bir şekilde “Atatürk’ün haklılığından, gücünden eminsek neden Atatürk’ü tartışmaktan korkalım ki?” diye bir şeyler karalamıştım.
Şunu fark ettim:
Olaya çok naif yaklaşmışım.
Sanki her türlü tabunun açıkça tartışıldığı, her konunun üzerine cesurca gidilebildiği, her muktedirin lime lime doğranabildiği, söz söyleme serbestliğinin sonsuz olduğu, söylenenlerden dolayı başların belaya girmediği bir sonsuz özgürlükler ülkesinde yaşıyormuşuz gibi bir hayale kapılmışım.
* * *
Görüşümü düzeltiyorum:
Başbakan’ın, bakanların, milletvekillerinin, etkili bürokratların, polisin, cemaat liderlerinin bile doğru dürüst tartışılamadığı, ülkeye egemen olanlar haklarında iki satır yazıldıktan sonra “inşallah başıma bir bela gelmez” diye bin bir temennide bulunulduğu bir ülkede Atatürk’ü de tartışmayıverelim.
Paylaş