AKP KAMPANYASI: Tayyip Erdoğan’ın meşhur bir "Kasımpaşalı" duruşu vardır. Hani bir omuz biraz aşağıda, bir omuz biraz yukarıda... Ve bu duruşu tamamlayan "efelenme" ile "mahcubiyet" arasında gidip gelen bir bakış... Kampanyada kullanılan Erdoğan fotoğrafları, bu "duruş"a hasta olan yurdum insanını avlayacak nitelikte. Buradan bir puan veriyorum. Ancak Sirkeci’den ta Havalimanı’na kadar bütün bir Sahil Yolu’nu AKP bayraklarıyla donatacak kadar "hayvani bir abanma" çabasına itirazım var. "Görgüsüz, gösterişçilik" olarak algılanabilecek bu mübalağa nedeniyle bir puan kırıyorum. Kampanya şarkısına gelince: Özal döneminde tatsız tuzsuz ANAP marşları olurdu. "Geliyor Anavatanım / Şenleniyor vatanım" tarzı "tutmamış okul şarkıları" kıvamındaki bu şarkıların havasını şimdi AKP şarkılarında görmek mümkün... "Her şey bu millet için" falan türünden renksiz, iddiasız, risksiz şarkılar. Oysa Çankaya savaşlarına gönderme yapacak, şöyle dört başı mamur bir "Gül döktüm yollarına" şarkısı ne de güzel giderdi.
CHP KAMPANYASI: Bilmiyorum, siz de Baykal’ın afişlerdeki acemi işi fotoğraflarına bakarken, "Yahu cep telefonuyla mı çekildi bu fotoğraflar?" diye söyleniyor musunuz? Olduğundan daha sempatik yansıtılmış bir Baykal beklerken, olduğundan daha antipatik yansıtılmış bir Baykal ile karşılaşmak! Olayın özü budur. Neyse, "Bu da Baykal’ın kadim talihsizliği" deyip geçelim. Peki ya gazetelerin üçüncü sayfalarını işgal eden ilanlara ne demeli? Sözüm ona her kesimden yurttaşın CHP’den umutlu olduğu yansıtılacak. Ancak fotoğraflara baktığımızda gördüğümüz şudur: "Gökyüzünde beliren tuhaf bir cismin etkisi altına girip hipnotize olmuş dünyalılarkompozisyonu.""Kim çekti bu fotoğrafları?" diyor, başka da bir şey demiyorum. Kampanya şarkısına gelince: "Bu sefer cumhuriyet kazanacak / Bu sefer halk kazanacak / Bu sefer CHP kazanacak" şeklinde sözleri olan bir şarkının, çok yaratıcı ve müthiş zeká eseri olduğunu söylemem mümkün değil. Üzgünüm...
MHP KAMPANYASI: Sanırım, "Başbuğ" döneminden kalma bir "Ak saçlı parti büyüğü", Devlet Bahçeli’nin kulağına "Sakın konuşma, sakın televizyona çıkma. Konuşmadan oy kazanıyorsun, konuşup da neden kendini riske atasın ki?" diye fısıldamış, o da tavsiyeye uyarak "Sorulara muhatap olmayan" gizemli lider oyununu oynuyor. Bu strateji tutar mı, tutmaz mı bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var: Partideki bir delikanlıyı en yakın nalbura gönderip 4.5 YTL’ye beş metrelik ip aldıran ve o ipi seçim meydanında halka göstererek gündeme damgasını vuran Bahçeli’nin, müthiş bir reklam yeteneği var. MHP’nin kampanyasına baktığımda ise, Bahçeli’nin bu yaratıcı yeteneğini göremiyorum. Çünkü "Tek başına iktidar" ya da "Bir oyla dünyaya cevap ver" sade suya tirit türü sloganların hiçbirinin, meydanda ip gösterme eylemi kadar sarsıcı bir etkisi olamaz.
DP KAMPANYASI: Ali Taran’ın bütün marifeti neydi? Galiba şöyle bir şeydi: Cem Uzan gibi "Üzerine ne yapsan gider" bir adamı alırsın ve o adamın medyasını oyuncak gibi kullanarak çılgın bir kampanya yaparsın. Böylece "Şu Ali Taran ne müthiş reklamcı" sıfatını kazanıverirsin. Ama işte görüyorsunuz: Demokrat Parti kampanyasını üstlenen Ali Taran, elinde oyuncak gibi oynayacağı bir medya olmayınca ve Ağar gibi fazla eğilip bükülmeyen bir liderle çalışmak zorunda kalınca nasıl da çaresiz ve etkisiz kaldı! Demek ki neymiş? Keramet, sadece "Reklamın büyücü çocuğu"nda değilmiş! Neyse... Biz kampanyaya dönelim: Ali Taran her şeye rağmen acıklı bir şekilde çırpınıyor: Mehmet Ağar’ın Ağar’ını atıp "Mehmet" yaparak bir sempati ve empati halesi doğurmaya çalışıyor ama olmuyor. "Olmadı yár" şarkısından, herkesin diline pelesenk olacak bir "Buraya kadar" sloganı çıkarmaya çalışıyor, bu da olmuyor, olamıyor. En sonunda duygusal bir savaş şiiriyle duyguları yakalamak istiyor, ancak bu da sıfır etki yaratıyor. İnsanın içinden "Şu Ağar ne kadar talihsiz" demek geliyor.
BASKIN ORAN KAMPANYASI: Evim İstanbul ikinci bölgede. Dün sabah saatlerinde açık penceremden, sokaktan geçen bir seçim arabasının uzaktan gelen sesini duydum. Son günlerde aşırı politize olduğumdan hemen fırladım. Baktım, o alışılmış parti çığırtkanlığı yerine, bir kadın propagandist, Devlet Tiyatrosu sanatçılarına özgü bir vurguyla, bağırıp çağırmadan propaganda yapıyordu. "Sesimiz Baskın olsun" ya da "Başka bir dünya mümkün" gibi cümleler. Yoksullardan, haksızlığa uğramışlardan falan söz ediyordu. Arada da steril ama protest şarkılar... "İşte" dedim, "Tam da Baskın Hoca’ya göre bir propaganda"...