BİR Cemil İpekçi, "Kadın olsam türban takardım" dedi... Hemen gidip röportaj yaptılar. Cemil İpekçi, "Türban yasağı kalkana kadar defile yapmayacağım" dedi...
Hemen alkışladılar... Ama muhteremler, aynı Cemil İpekçi, "Ben muhafazakár bir eşcinselim" diye açıklama yapınca susup kaldılar... Acaba neden bu konuda kalem oynatılmıyor? "Eşcinsellik ve muhafazakárlık" gibi elektriği bol bir konuda susmak profesyonelliğe sığar mı?
İKİ Devri Osmanlı’da yapılan tarihi eserler konusunda duyarlılık beklentisi içinde olduğumuz kalemler, Sultanahmet’teki bir otel büyütme işinde yapılan tarih katliamına neden laf etmiyorlar? Sebep olanlar "Bizden" olunca, tarihin katledilmesine seyirci mi kalınacak?
ÜÇ TRT Genel Müdürü’nün Tarkan’a ödediği para ile ödediğimiz vergiler arasında en küçük bir irtibat bile kurulmaması ve bu duruma en küçük bir itiraz cümlesinin bile kurulmamasının nedeni, müdürün "Bizim" Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül tarafından atanması mıdır? Sezer’in atadığı bir müdür böyle yapsaydı, neler yazılabilirdi?
DÖRT "Çalışan kadın aldatır / Çünkü kadının 9 nefsi vardır" şeklinde vaaz veren "Hoca"ya karşı tek bir satır bile oynatılmaması, "Yoksa bunlar da o hoca gibi mi düşünüyorlar" algısına bile yol açıyor. Sırf bu algının ortadan kalkması için en azından "Hoca ayıp etti" türünden iki satırcık yazı karalanamaz mıydı?
BEŞ Gül Ailesi ile Erdoğan Ailesi’ni buluşturan "zirve yemeği" konusunda da bir yorum ya da haber göremedik. Hayrünnisa Hanım ile Emine Hanım arasında var olduğu söylenen ve barış yemeğiyle giderildiği düşünülen küslük hali, neden bu gazetelerimizin ilgisini çekmez?
ALTI Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün gazetecilerin sorularına yanıt verdiği "Zirveden Bakış" programı, ilk yüze bile girememiş. Sezer’in yaptığı herhangi bir programın ilk yüze bile girememesi durumunda yazılacaklardan sadece yüzde birini yazsanız bile yeterdi... Neden yazmadınız? Neden yazmıyorsunuz?
Ateşle korkutan İslami rock’çılar
YILBAŞI gecesi tebdili kıyafet ederek gittiğim "İslami yılbaşı gecesi"nde sahneye çıkan "İslami Rock" cereyanının ilk temsilcisi "Grup Endişe" hakkındaki görüşlerimi açıklamıştım.
Şöyle tanımlamıştım "Grup Endişe"yi:
Biraz "Yeşil ve Ötesi"... Biraz "Hacı Teoman"...
Bu yazımın ardından matbuatımızda "Grup Endişe"yi tanıtan küçük haberler çıktı.
Meğer Ankara kökenli bu grup, 28 Şubat’ın hemen ertesinde, yani 1997’de kurulmuş. İlk albümlerinin adı da "Küresel Hipnoz" imiş.
Albüm kapağında ise cehennemi simgeleyen dev bir alev dalgasının resmi var.
Bu kapak resmini görünce aklıma, Divan şiirinden çok meşhur iki dize geldi:
"Od ile bizi korkutma ey vaiz / Çün canımız oda yanmaya mutad eyledi."
Yeni kuşaklar için tercümesi:
"Bizi cehennem ateşi ile korkutma ey vaiz / Çünkü canımız ateşte yanmaya alıştı."
Ayşecik’e yanıt
SEVGİLİ Ayşecik...
Rahmetli dedem "Hayatta ne olacağı hiç belli olmaz" derdi.
Ne kadar doğru!
İşte bak:
Önceden köşe yazılarında, "Televizyonun dáhi çocuğu" ya da "Muhteşem insan" falan diye selamladığın Okan Bayülgen, birdenbire sevgilin oluverdi.
Aman ne iyi... Aman ne güzel...
Ve fakat sevgili Ayşecik...
Şöyle bir şey var:
Biz adına "köşe yazarı" denilen mahluklar, aramızda hiçbir özel ilişki yokken rahatlıkla övebildiğimiz adamları ya da kadınları...
Aramızda "çok özel bir ilişki" baş gösterince aynı rahatlıkta övemeyiz...
Çünkü...
Bu, nasıl derler bilirsin, biraz adaba aykırı olur.
Yanlış anlaşılır. "Yuh! Sevgilisini övüyor" falan derler.
Hiçbir şey olmasa bile "Ahmet Hakan" adlı bir "Molla Kasım" çıkıp sigaya çekmeye kalkışır.
Kısacası her açıdan "ayıp kaçar"... Her açıdan "sorun yaratır".
Ama diyebilirsin ki...
"Aman be Ahmet Hakan! Dert ettiğin şeye bak! Ne derlerse desinler! Umurumda bile değil... Ben istediğim gibi takılırım."
Evet, tabii ki bunu da söyleyebilirsin.
Ne de olsa...
"Arsızlık" da bir tür insan davranışıdır.
Ve buna karşı "susmak" dışında yapılabilecek fazla bir şey yoktur.