Paylaş
Kendimizde değildik.
Ertesi gün.
Kanal 7’nin haber merkezinde günün haberlerine bakıyoruz.
Arkadaşlar bir yürüyüş haberinin görüntülerini getirdiler önüme.
İstanbul’da İşçi Partili bir grup gösteri yapıyordu.
Ellerinde pankartlar, dillerinde sloganlar.
Söyledikleri şunlardı:
Kuran kursları kapatılsın, imam hatipler yok edilsin, ‘Devrim Kanunları’ derhal uygulansın, kılık kıyafete müdahale edilsin falan.
*
Asker vurmuştu yumruğunu masaya...
Sözde “sol” partinin adamları, sokağa çıkıp askere goygoy yapıyorlardı.
Ne goygoyu?
İşi daha da ileri götürüp “Bu yasaklar yetmez, daha fazlasını yap, daha çok vur, yık, parçala, yok et” diye çırpınıyorlardı.
Aynı İşçi Partisi’nin bugünlerde İslam’ı keşfetmesini, “En büyük devrimci Hz. Muhammed’dir” demesini, hadislerden medet ummasını, İslam’ın devrimci yönünü hatırlamasını falan gördükçe...
Acı acı gülümsüyorum.
İnsan bari küçük de olsa bir özeleştiri falan yapar.
*
İşçi Partisi’yle hiç işim olmaz benim.
28 Şubat’ın en egemen gücü olan ordu, halkın bir bölümünün her şeyine savaş açtığında bunlar o egemen güce “Vur daha fazla vur” diye bağırıp çağırıyorlardı.
Amaçları belliydi:
Halkın bir bölümünün yaşam tarzını boğmak, sindirmek, yıkmak...
Başarıyorlardı da:
Bu gözler, İstanbul Fatih’te gariban sarıklı ve cüppelilerin cadı avlarına maruz kaldıklarına, polis tarafından gözaltına alındıklarına tanıklık etti.
Neyse...
Esas konu bu değil.
*
İşçi Partisi’nin goygoy yaptığı o “zalim statüko” yenildi.
Yeni bir statüko kuruldu ve “yeni statüko” bu partiye göz açtırmıyor.
“Silivri’de gösteri yapacaklar” diye henüz yapılmamış gösteri nedeniyle tepelerine iniyor.
Parti binaları basılıyor, gençlik örgütlerinin liderleri gözaltına alınıyor, çıkardıkları gazetenin yöneticileri içeri atılıyor.
Yani roller değişmiş durumda.
Bu durumda esas konu şu:
Ben ne yapacağım?
“Oh olsun, beter olsunlar, vur Vali’m vur, daha fazla vur, göz açtırma, seslerini çıkaramasınlar” diye yeni statükoya goygoy mu yapacağım?
İşçi Partisi’nin 28 Şubat’ta oynadığı rolü mü oynayacağım?
Yoksa...
“Geçmişte ne denli zalimlikler yapmış olurlarsa olsunlar onların da hakları var” mı diyeceğim?
Bir grubun ideolojisini, geçmişini, haklılığını savunmak ile bir grubun hakkını savunmak arasındaki farkın es geçileceğini düşünüp “Aman yanlış anlaşılırım” diye sesimi çıkarmayacak mıyım?
Yani mazluma kimlik soracak mıyım?
*
Bizim kitabımızda şöyle yazar:
“Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun”. (Maide 8).
O zaman yapacağım şey belli:
Nefretimin beni adaletten zerre kadar saptırmasına izin vermemek...
Not defterimden
- Bayramda Bodrum, Çeşme falan çok sıkıcı... Ya yerinde kalacaksın ya da memlekete gideceksin... Memleketin Bodrum ya da Çeşme’yse yapacak bir şey yok.
- AK Partili Burhan Kuzu “Gezi olaylarında Almanya’nın parmağı var” demiş... Ne Gezi Olayıymış kardeşim... Olmayan parmak yok.
- Burhan Kuzu “Gezi’de Almanya’nın parmağı var” diyor ama Başbakan Erdoğan da Mursi’nin serbest bırakılmasını sağlamak için Almanya Başbakanı Merkel’le görüşüyor. Ne iş?
- Son günlerde atmaktan çok memnun olduğum Tweet: “Gençler eğleniyor muyuz?”
Dönek
TAMAM, senin tarafından dönene “dönek” diyorsun, aşağılıyorsun...
İyi, güzel...
Ama kardeşim dönenler sadece senin tarafından dönmüyorlar ki...
Bir de sana doğru dönenler var.
Onlara ne diyeceksin?
*
Senin tarafından dönenlere “dönek” deyip aşağılarsan...
Senin tarafına dönen, bundan bir alınganlık çıkarmaz mı?
Adamcağız “İyi ama abi ben de sizin tarafa döndüm, böyle ulu orta dönek demesen” diye rica etse en azından mahcup olmaz mısın?
*
Yoksa sizin partiye oy verenlerin alkolik olmadığı gibi, sizin tarafa dönenler de dönek olmuyor mu?
Danışman
GERÇİ benden böyle bir şey isteyen falan yok ama ben yine de söyleyeyim: Yaşadığım sürece hiç kimseye hiçbir koşulda “danışmanlık” yapmayacağım...
*
Neden? Açıklayayım:
Çünkü bu ülkede “Bana danışman ol” demek, “Bana duymak istediklerimi söyle” demekten başka bir şey değildir. Sadece Tayyip Bey için geçerli bir şey değil bu... Kemal Bey için de, Devlet Bey için de geçerli... Sadece politika alanında geçerli olan bir şey de değil... İş dünyasında da, bürokraside de geçerli...
Dualardaki değişim
KADİR Gecesi televizyonlardaki mevlit yayınlarındaki dua bölümlerini izlerken “Dualar amma da değişmiş yahu” demeden edemedim.
*
Eskiden dualar fazla bürokratik, fazla sıkıcı, fazla kravatlı, fazla memur formatlı edilirdi.
Ve fazlasıyla zorlama izlenimi bırakırdı.
Bundan kurtulmuş durumdayız.
Bu iyi.
*
Fakat bu sefer de...
Duahanlarımız ses titretmelere, araya şiirlerden dizeler sıkıştırmaya, üslupçuluğa, retorik yapmaya vurmuşlar kendilerini.
Ses bir düşüyor, bir yükseliyor...
Bir postmodernleşme durumu ki sormayın.
Sahne alma durumu ortaya çıkmış.
Öbür duahandan daha dikkat çeken duahan olma çabası gözden kaçmıyor.
Kısacası duanın kendisi değil de duayı eden öne çıkıyor.
*
Dualardaki politik değişime gelince...
Eski dualarda Cumhuriyet öncesine hiç gidilmez, sadece “Atatürk ve silah arkadaşları”na gönderme yapılırdı.
Oysa yeni dualarda Osmanlı’da falan durulmadan ta 1071’lere kadar gidiliyor.
Fakat dua edenlere hatırlatmak isterim:
İslam tarihi 1071’le başlamıyor.
Ondan önce de şanlı zaferler var ve onları öksüz bırakmamak gerekir.
*
Kemalist dönem dualarının değişmez bölümü şuydu:
“Atatürk ve silah arkadaşlarına...”
Bir vazife gibi eklenirdi bu bölüm.
Hele şu bölüm mutlaka söylenirdi:
“Kahraman ordumuzu karada, denizde, havada... Her yerde mansur ve muzaffer eyle”.
Bunlar yok artık yeni dualarda.
Bunun yerine “idarecilerimizin başarısı” için dua ediliyor.
“İdarecilerimiz” derken muhalefet partileri kastedilmediği kesin tabii...
Bir de “güvenlik güçleri” vurgusu var, sanırım münhasıran polis kastediliyor.
*
Eski dualarda “İslam âlemi” vurgusu yapılır, orada bırakılırdı.
“İslam âlemini muhafaza eyle” denirdi.
Yeni dualarda “İslam âlemi” kavramı, detaylandırılıyor, güncelleniyor, politik gelişmelere göre şekillendiriliyor.
Mesela Mısır ve Suriye, yeni dualarda geçen iki ülke...
Gerçi “Rojava”, “Nusra cephesi” gibi ayrıntılara girilmediği için duahanlarımızın bu konularda ne düşündükleri pek anlaşılmıyor ama olsun.
Bu arada her gün bombalı saldırılarda ortalama yüz kayıp veren Iraklı kardeşlerimiz de dualarda unutuluyor.
Gerçekten de Iraklı maktuller, dünyanın en talihsiz maktulleri!
*
Son sözüm şudur:
Güzel dualar vardır. O duaları güzel kılan, mahiyeti ve samimiyetidir.
Duahanlarımız üsluba, retoriğe, politik kollamacılığa, güncel gelişmelere, tekil şahıslara, tarihin bir bölümüne abanmak yerine samimiyete abanırlarsa duanın amacına daha uygun davranmış olurlar.
Paylaş