HÜRRİYET’in Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu’nun ofisinde, bir "İstanbul gazetecisi"nin asla ve kata anlayamayacağı türden bir heyecan dalgası esiyor...
"Başbakan kayıp! Kendisinden üç saattir haber alınamıyor" deniyor, başka da bir şey denmiyor...
Estirilen havaya bakarsanız...
Sanırsınız ki...
"Mister President" teröristler tarafından kaçırılmış... FBI, CIA falan takipte... Az sonra Harrison Ford ya da Michael Douglas ortaya çıkacak... Ve solukları kesen bir kurtarma operasyonu başlayacak...
Ama hayır! Ortada sinematografik bir durum yok...
Sadece Başbakan Erdoğan’ın gazetecilerden kurtulmak için izini kaybettirme çabası var, o kadar...
Ancak "Ankara gazetecileri" durumu abarttıkça abartıyorlar...
Akif Beki ser verip sır vermiyor... Mücahit Arslan’a ulaşmak imkánsız... Korumalar telefonlarını kapatmış... Özel kalem meşgul çalıyor...
Ankara gazeteciliğinin "sakin güç"ü Enis Berberoğlu bile hafiften havaya kapılmış durumda...
Böyle bir ortamda meseleyi küçümsemek, aptallıkla eşanlamlı sayılacağından susup oturmaktan, hatta heyecanlıymış gibi yapmaktan başka çare yok...
Ben de öyle yapıyorum...
* * *
Hürriyet’in "acar" Başbakanlık muhabiri Hasan Tüfekçi, karamsar bir telaş içinde Enis’in odasına girip çıkıyor...
Her girişinde "Kayıp Başbakan" için ayrı bir rivayeti dile getiriyor:
"Eskişehir’de kaplıcaya gitmiş..."
"Bir hastanede tedavi altına alınmış..."
"Hayır, hayır... Denizli’de daha önce gittiği köyde kafasını dinliyormuş..."
"Kızılcahamam’da görmüşler..."
Aktardığı son rivayet şu:
"Hepsi şaşırtmaca! Aslında evinden dışarı çıkmamış."
Ve sonunda Hasan pes edip mesleki bir muhasebeye girişiyor:
"Altı yıldır Erdoğan’ı takip ediyorum... Bu 6 yıl içinde Erdoğan üç kez kayboldu... Birincisinde beş dakikada buldum... İkincisinde yarım saatte... Ama bu üçüncüsünde 3 saattir bulamıyorum... Demek ki kaybolma konusunda artık deneyim sahibi oldular."
Şimdi bazı genç okurlarımız, "Ha anladım... Aynı 12 dev adam gibi" diyebilirler...
Hayır... Hayır... Alakası yok...
"12 İmam" inanışı şöyle bir şey:
Hz. Muhammed’den sonra, onun yolunu sürdüren, yani ona vekálet eden "12 İmam" gelmiştir...
Bu "12 imam"dan sonuncusu olan Hz. Mehdi, iki kez kaybolmuştur...
Birinci kayboluş kısa sürmüştür...
Literatürde bu kayboluşun adı, "Gaybubet-i Sugra"dır... Yani "Küçük Kayboluş"...
İkinci kayboluş ise on yıllardır devam etmektedir...
Buna da "Gaybubet-i Kübra", yani "Büyük Kayboluş" denir...
İmam Mehdi, "Büyük Kayboluş"un ardından kıyamete yakın ortaya çıkacak, Müslümanları arkasına alarak zaferden zafere koşacaktır...
* * *
Benzetmek gibi olmasın, sadece çağrışımın peşinden gidiyorum...
Ve diyorum ki:
Bence Tayyip Erdoğan’ın toplam 12 saat süren ve Abant’ta ortaya çıkmasıyla sona eren kayboluşuna "Gaybubet-i Sugra" diyebiliriz...
Peki buna "Gaybubet-i Sugra" dersek, bir "Gaybubet-i Kübra" da söz konusu olacak mı?
Vallahi bilmiyorum...
Sadece şunu söyleyebilirim:
Bir "Büyük Kayboluş"un gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini anlamak için galiba Anayasa Mahkemesi’nin kararını beklememiz gerekiyor.
Diyebilirsiniz ki:
"Ne yani Ahmet Hakan? Anayasa Mahkemesi, bir tür Mahkeme-i Kübra mıdır?"
Ben de size derim ki:
"Ama bu hiç adil değil... Her sorunun cevabını ben veremem ki..."
Fikri takip: Abdullah olayı
BİR: Eski Milletvekili Turhan Çömez aradı... Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve oğlu Abdullah Unakıtan hakkında ortaya attığı gayet somut iddianın arkasında olduğunu söyledi... Ve ekledi: "Unakıtan Ailesi bana dava açsın... Bekliyorum."
İKİ: Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, konuyla ilgili olarak meslektaşlarımızın sorusuna "What is the next?" diye yanıt verdi... Yani "Geçiniz, başka soru sorunuz" falan demeye getirdi... Keşke İngilizce ya da Türkçe, "Bu iddianın hesabını soracağım" diye cevap verebilseydi...
ÜÇ: CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, Unakıtan Ailesi hakkındaki iddiayla ilgili olarak soru önergesi verdi... Böylece Abdullah olayı Meclis gündemine de intikal etmiş oldu...