Paylaş
- İKİ: Şike baskını da, tıpkı Ergenekon’un ilk dalgası gibi tozu dumana kattı.
- ÜÇ: Ergenekon baskınlarında dokunulmaz sanılan generallere dokunulmuştu. “Şike baskınında da futbolun dokunulmaz sanılan bazı generallerine dokunuldu.
- DÖRT: Şike baskınında da, Ergenekon baskınında da düğmeye basan isim aynı: Savcı Zekeriya Öz.
- BEŞ: Şike baskınında da, tıpkı Ergenekon’da olduğu gibi “yeni dalgalar” gelebilir.
- ALTI: Ergenekon ile şike baskını arasındaki bir benzerlik daha: İkisinin de inananı var, inanmayanı var.
- YEDİ: Ergenekon operasyonuna karşı olanlar, “muhalifleri sindirme harekâtı” demişlerdi. Şike operasyonuna karşı olanlar da aynı cümleyi kullanıyorlar: “Fenerbahçe’yi sindirme harekâtı”.
- SEKİZ: Ergenekon operasyonunda olduğu gibi şike baskınında da şu meşhur “hukuki niteleme” hemen yürürlüğe girdi: “Masumiyet karinesi”.
- DOKUZ: Ergenekon operasyonları müthiş bir siyasal cepheleşme yaratmıştı. Şike baskını da müthiş bir taraftar cepheleşmesi yaratmış durumda.
- ON: AK Partililer Ergenekon’a sonuna kadar inanıyorlar, CHP’liler ise inanmıyorlardı. Şike baskınında da benzer bir durum söz konusu: Fenerliler şikeye sonuna kadar inanmıyor, Trabzon, Galatasaray ve Beşiktaşlılar ise sonuna kadar inanıyor.
Cemil Çiçek için bir portre denemesi
Hayatı boyunca girdiği her grup ve partiden farklı bir şey öğrendi:
- Mesela “Yeniden Milli Mücadele” adlı grupta örgütçülüğü kavradı.
- Mesela ANAP’ta liberallere karşı muhafazakâr taktiklerin kitabını yazdı.
- Mesela Fazilet Partisi’nde Erbakan Hoca tarzına karşı mücadelenin imkânsızlığını keşfetti.
En son AK Parti’de ise bellediği şu oldu:
Güçlü lideri rahatsız etmeden inisiyatif alabilme başarısı...
* * *
Gelelim özelliklerine:
- Atasözlerine bayılır. Anadolu’ya özgü tabirlerin ahaliyi fazlasıyla etkilediğini düşünür.
- Yozgatlıdır ama tipik Yozgatlı değildir.
- Abdülkadir Aksu kankasıdır. Ali Coşkun da öyleydi ama Ali Coşkun siyaseti bıraktıktan sonra kankalık sürüyor mu bilmiyorum. Necati Çetinkaya ile ise kaynatmayı sever. Çetinkaya için “Cemil Çiçek’i güldüren adam” diyebiliriz.
- Hangi grubun, hangi partinin içinde yer alırsa alsın hep kendine özgülüğünü korur. Asla örgütünün, partisinin, cemaatinin içinde eritmez kendini.
- Her dönemde vazgeçilmezdir. Ama bu durum zannedildiği gibi onun derin yapıların adamı olmasından falan kaynaklanmaz. Vazgeçilmezliğinin yegâne nedeni kriz çözücü olmasıdır.
- Akçalı işlerle hiç işi olmaz. Kendine özgülüğünü koruyabilmesinin altında bu yönünün payı tartışılmaz.
- “312 olayı”nda, “Ermeni konferansı” meselesinde ortaya koyduğu “milliyetçi tavır” nedeniyle liberal solun hedefindeki isimdir. Ama unutulmamalı ki Cemil Çiçek, o tavırları koyarken AK Parti tabanının önemli bir bölümünün hissiyatını dillendiriyordu. Yani demem o ki AK Parti’ye vuramayanlar, ona vurarak durumu idare ettiler / ediyorlar.
- Bir ara “cemaat” ile arası limoniydi. Son durumla ilgili tahminim şu: Sulh imzalamadılar ama aralarında konvansiyonel bir barış anlaşması yaptılar.
- Bazı politikacıların ettiği cümleler, ömür boyu peşlerinden gelir. “Flört” ile ilgili 27 yıl önce söylediği birkaç cümle onun yakasını bir türlü bırakmadı.
- Ben onun kadar “temas” ve “mesafe” ilişkisini iyi kuran başka bir siyasetçi tanımadım. En ağır eleştiriler karşısında bile teması kesmez, en övgü dolu yazılar karşısında bile mesafeyi bozmaz.
* * *
Bazı siyasetçiler siyasetteki başarıyı, “idare edebilme sanatı” olarak tanımlarlar.
Cemil Çiçek de o siyasetçilerdendir.
Radikal değil uzlaştırıcıdır.
Eylemci değil sorun çözücüdür.
İhtilafçı değil birleşme noktalarını bulucudur.
İşte tam da bu nedenle Cemil Çiçek, “Meclis Başkanlığı” gibi “idare etme sanatının sergilenebileceği en uygun makam”ın hakkını sonuna kadar verecektir.
İsveç’ten mektup geldi Burası hiç sıkıcı değil
DÜNKÜ yazımda bir İsveç / Türkiye kıyaslaması yapmıştım.
Monoton, öngörülebilir, sürprizsiz ve aşırı düzenli İsveç için “sıkıcı” demiş, olayların biri bitmeden diğerinin başladığı memleketimizi de hafiften övmüştüm.
Tabii “Ama bu kadarı da fazla” demeyi ihmal etmeden...
İsveç’ten bir okurum “çok şeker” bir mektup yazmış.
“Ülkeler ve sıkıcılık” meselesine farklı bir bakış olması açısından aynen alıntılıyorum:
* * *
Merhaba Ahmet Hakan...
Yazılarınızı okuyorum. Çoğu kez beğeniyorum. Bugünkü yazınızda geçen “sıkıcı İsveç” nitelemesi dikkatimi çekti.
Ben 20 yıldır İsveç’te yaşıyorum. Bir aşk sonrasında geldiğim, sizin tabirinizle “sıkıcı” bu ülkeyi seviyorum.
“Sıkıcı” tanımına şiddetle itiraz ediyorum.
Bu ülkede sadece dünya dönmesi gerektiği gibi dönüyor. Haberleri haber gibi mesela, liginde maçlar ne pahasına olursa olsun kazanılmak zorunda değil. Ortalama bir futbol düşkünü, rakip takımın ve hatta kendi takımının başkanını bilmez mesela. Ülke basınında bizdeki gibi binlerce köşe yazarı, bir kaos çıksa da yazıları döşensek diye de bekleşmiyor mesela.
“Sıkıcı” ülkenin, dünyalar güzeli başkenti Stockholm’den durum böyle görünüyor ve bütün bunlar tabii ki “bence”.
Selamlar ve sevgiler.
METİN AFŞAR.
* * *
Metin Bey’e çok teşekkür ediyorum.
Ama şu saptamayı yapmadan da geçemeyeceğim:
Anladığım kadarıyla Metin Bey, kendisini 20 yıldır yaşadığı ve çok sevdiği ülkenin huzurlu kollarına bırakmak yerine bizim buraların tuhaf, gergin, kaotik halleriyle ilgilenmeyi tercih ediyor.
Eh ne de olsa “bizim buraların kaosu”, adamı çeker kendine...
‘Tükürük’ sözünden sonra CHP Meclis’e girebilir mi?
BEN kendi adıma...
“Sorumlu davranayım” dedim.
“CHP’yi Meclis’e girmesi için ikna etmeliyiz” dedim.
“Yeni Anayasa için CHP’nin Meclis’te olması şart” dedim.
“Kriz bir biçimde bitsin” dedim.
“CHP geri adım atsın” dedim.
“Yemin etmeme eylemi, sonu belirsiz bir eylem” dedim.
Dedim de dedim.
* * *
Ama bir de ne göreyim:
Ben burada CHP’yi uysallaştırmak için inceden çalışmalar yaparken Başbakan Tayyip Erdoğan yangına resmen körük basıyor.
CHP için son söylediği şu: “Tükürdüklerini yalayacaklar.”
Bu cümle şunu göstermiştir ki:
Başbakan Erdoğan “CHP’siz bir Meclis” fikrini hayli tutmuştur ve CHP’nin yemin edip Meclis’e gireceği varsa bile girmemesini sağlamak için elinden geleni yapmaktadır.
Başbakan’ın temel hedefi CHP’yi iyice yerin dibine batırmak mıdır yoksa başka bir hesabı mı vardır bilmiyorum ama bildiğim bir şey var:
Bu hesaptan belki “madara olmuş bir CHP” çıkar ama ne toplumsal mutluluk çıkar, ne Kürt sorununun çözümü çıkar ve ne de herkesi memnun edecek sıfır kilometre bir anayasa çıkar.
Medyanın günahları
- Şöhretinin en fazla 15 dakikasını yaşayabilecek olan bazı yavşaklara prim vererek 15 dakikayı 30 dakikaya çıkarmak.
- “Cemiyet hayatının ünlü ismi” falan diye bazı işsiz güçsüzlere hava atma fırsatı tanımak.
- Kameraları ve fotoğraf makinelerini hiç değmeyecek tiplere çevirerek onların “Aman bunlar da hep bizi çekiyor” falan diye sözde yakınma şeklinde hava atmalarına yol açmak.
- Balık hafızalı olmak...
- Medyadaki pozisyonunu siyasal koşullar gereği elde eden bazı tiplere anında “medya duayeni” muamelesi çekmek.
Paylaş