Paylaş
Siyasi tartışmaların maç havasına bürünmesinden şikayet eden Ekrem Dumanlı, "Artık bu saatten sonra ne konuşulanların bir kıymeti harbiyesi kalmıştır ne de konuşanların güvenirliliği... Kaleler kurulmuş, takımlar eşleşmiş, mızıkçı ruhlar depreşmiştir" saptamasını yaptı.
Ekrem Dumanlı haklıdır haklı olmasına ama şu soruyu da sormalıdır:
"Bu maç muhabbetini ilk kim başlattı? Olaya maç havasını ilk kim verdi?"
Özdemir İnce mi? Cengiz Çandar mı? Mehmet Y. Yılmaz mı?
* * *
İşte buraya yazıyorum...
Ya da ihbar ediyorum:
Bu maç muhabbetini başlatan isim Fehmi Koru’dur.
4 Mayıs’ta...
Yani...
Daha seçim yapılmamışken...
Daha yüzde 47 ortaya çıkmamışken...
Daha kimin cumhurbaşkanı olacağı belli değilken...
Daha mahalle baskısı gündemde yokken...
Daha ulusalcılar ya da liberaller kendi aralarında takımlar kurmaya başlamamışken...
Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirmeye yemin etmiş bir yazar olan Fehmi Koru, "Biz bu maçı alcez" başlıklı bir yazı kaleme almıştır.
Karşı tarafı daha fazla uyuz etmek maksadıyla "alacağız" yerine "alcez" demeyi ihmal etmeden...
Koru yazısını, "Kim ne derse desin, biz bu maçı alcez" diye bitirmiştir.
Ekrem Dumanlı şikayetinde haklıdır.
Ancak olayı maç havasına ilk kimin çevirdiğinin de yazılması gerekir.
Hasan Hüseyin’e dair
ESKİDEN kasabalarda "komünist öğretmen" diye mimlenen adamlar vardı...
Yanlarına yaklaşılması bile tehlikeli olan adamlardı bunlar...
Saçları karmakarışıktı... Her daim tıraşı uzamış gezerlerdi...
Yüksekten konuşmayı severler, acayip "sosyal içerikli" takılırlardı...
Sözü hep döndürüp dolaştırıp "komprador burjuvazi"ye getirirler, karşılarındakinin sözlerinden hiçbir şey anlamamasına zerre kadar takılmazlardı.
Hani Yusuf Hayaloğlu’nun "Bir cebinde Das Kapital / Bir cebinde kenevir tohumu" diye tanımladığı türden adamlar...
Şair Hasan Hüseyin denilince bende oluşan "imaj" böyle bir şeydir.
Benim şairim değildir Hasan Hüseyin.
Çok genç yaşta Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Cemal Süreya, Edip Cansever gibi "ikinci yeni" şairlerine kapılanmış benim gibi biri, Hasan Hüseyin’in fazlasıyla propaganda kokan şiirlerine meftun olamazdı.
Ama yine de...
Bazen delikanlı yanım kabarır, "Kısa çöp uzun çöpten hakkın alacak elbette" dizesine sardırdığım olurdu...
Ya da...
"Koçero" adlı o uzun ve tuhaf şiire prim verdiğim...
Neyse...
Bütün bunları Cengiz Semercioğlu’nun patlattığı müthiş haber nedeniyle yazıyorum.
Meğer Eylem Şenkal adlı oyuncu-manken-sunucumuz, Hasan Hüseyin’in kızıymış.
İlk günkü haber beni kesmemişti...
Dünkü Kebelek’te devamı geldi...
Eylem Şenkal’ın açıklamalarını pür dikkat okudum.
Ama nedense bu haber de beni kesmedi...
Boşlukları çok, inandırıcılığı eksik, kırık dökük açıklamalardı bunlar...
Bence Cengiz’in Eylem Şenkal’ı, "Her şey bitti... Duvarlar yıkıldı... Artık babanız tehlikeli bir adam sayılmıyor... Kaçmaya, korkmaya gerek yok... Hadi anlatın bize her şeyi" diye ikna etmesi gerekiyor.
Yoksa bu eksiklik duygusu beni yiyip bitirecek.
Yakaladım seni Zekeriya Beyaz
KADIKÖY’de bir sahafta, "1977 Yılında Sağcı Basın Ne Dedi?" diye eski bir kitap buldum. Alpay Kabacalı’nın hazırladığı kitapta, 1977’de sağcı basında çıkmış ilginç yazılar var... Rauf Tamer, Güneri Cıvaoğlu gibi isimler, o dönem "sağcı" kabul ediliyorlarmış ki, kitapta bu yazarların da yazılarından alıntılar var... Neyse...
Ben asıl bugünün ramazan meddahı Zekeriya Beyaz’ın, 1977 yılında ne denli "tehlikeli bir adam" olduğunu keşfetmenin şaşkınlığını yaşadım.
Günümüzün "cici mi cici" Beyaz Hoca’sı, o dönemde MHP’nin yayın organı Hergün’de bakın neler yazıyormuş:
"Müslüman Türk milleti, komünistlerin ağır saldırısı altında çetin bir cihada mecbur kalmıştır. Türk ülkücüleri, bu cihat gerçeğini anlayan İslam yolunda cihat bayrağını açmış yiğit mücahitlerdir. Allah yolunda, İslam yolunda, millet yolunda cihat etmektedirler."
Ne dersiniz?
Beyaz Hoca, bunları bugün yazsa, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmaz mıydı?
Paylaş