İçime sindiremiyorum

TÜRKİYE Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, aylar önce şöyle demişti:

‘İmam hatipte okumuş bir insanın Türkiye’de Başbakan olmasını hiçbir şekilde içime sindiremem.’

Özok’un bu açıklamasını ilk duyduğumda, bir imam hatipli olarak bende oluşan derin bir incinme duygusuydu.

Alınmıştım yani...

* * *

Oysa ‘imam hatipli kimliği’nin insanda kapanmaz yaralar açtığını inkár edenlerden olmadım.

Okulda öğrendikleriyle sokakta öğrendikleri arasında bocalayıp duran imam hatiplilerin, ‘iki dünya arasında sıkışıp kalmışlığını’, yani çaresizliğini açık yüreklilikle yazabildim.

Hem de ‘Düşmana cephane veriyorsun’ diye yapılan arkaik uyarılara hiçbir zaman kulak asmadan...

Benimki insani bir yaklaşımdı...

Ve muhatabım ne ‘En fazla imam hatibi ben açtım’ diye böbürlenen ve birbirleriyle bu konuda yarışan politikacılardı, ne de bizlere ‘kara yobaz’ diye bakan şefkatsiz kanaat önderleri...

Ben daha esaslı bir çığlık atıyordum.

Okulda başka dünya, sokakta başka dünya ile karşılaşan bir imam hatiplinin zavallı ve şaşkın ikilemlerini anlatmaya çalışıyordum...

Önce okulun dilini öğrenen, sonra da o dili sokağın diline tercüme etmeye çalışan imam hatiplinin dokunaklı öyküsü...

Anlattığım sadece buydu... Diyordum ki:

Bırakın şu çekişmeyi...

Bakın işin içinden çıkmak için hepimiz zavallı küçük tüccarlar haline dönüştük.

Sürekli kendimizi izah etmek zorunda kaldık.

Ve minicik omuzlarımızın kaldıramayacağı türden misyonların ağırlığı altında ezildik...

* * *

Özok’un ‘İmam hatipli Başbakan’ı içime sindiremiyorum’ açıklaması, işte tam da bunların üzerine olanca acımasızlığı ve anlayışsızlığıyla gelmişti...

Alışkın bir gülümsemeyle bunu da sineye çekebilirdik.

Ama öyle olmadı...

İçimizden birileri Özdemir Özok’u mahkemeye verdi...

Ve mahkeme kararı çıktı: Bunda hakaret yok, yapılan bir eleştiridir...

Şimdi hepimiz şu duyguyla dopdoluyuz:

Madem ‘içime sinmiyor’ demekte bir hakaret yok, o halde biz de gönül rahatlığıyla ‘Barolar Birliği Başkanı’nı içimize sindiremiyoruz’ diye haykırabiliriz.

Şener: Evet, melankoliğim ama sadece müzik dinlerken

‘İŞTE başarılı ve başarısız bakanlar’
diye bir liste yapmaya kalkışan gazetecinin başına ne gelirmiş öğrendim.

‘Başarılı’ bölümünde yer alanlar ‘teşekkür’ için, ‘Orta halli’ bölümünde yer alanlar hoşnutsuzluğunu bildirmek için, ‘Başarısız’ bölümünde yer alanlar da ‘teessüflerini’ iletmek için ararmış...

Ama neyse ki ‘ezber bozan’ bakanımız da var...

Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener için ‘melankolik’ ve ‘orta halli’ demiştim.

Şener aradı ve ilk sözü ben aldım:

‘Bana teessüflerinizi bildirmek için aradınız değil mi?’

‘Hayır’
dedi, ‘Ben gazetecilerin yaptıkları değerlendirmeleri her zaman saygıyla karşılar ve yararlanmaya çalışırım’.

Rahatlamıştım...

Şener devam etti: ‘Yalnız benim için melankolik demişsiniz. Evet, melankoliğim ama sadece müzik dinlerken... Özellikle de kırık havalarda iyice melankolik olurum... Ama devlet işinde tutumum farklıdır... Devlet işinde acımasız bir şekilde gerçekçi olurum.’

Maç nasıl anlatılır?

BEYOĞLU’
na kravat takmadan, tıraş olmadan çıkılamadığı günlerde gazetelerimizde maçlar şöyle anlatılırmış:

‘Zeki Bey, Nihat Bey’i kıvırdıktan sonra Avni Bey’in kalesine gol attı... Bunun üzerine müessif bir hadise oldu: Ofsayt olduğunu iddia eden seyirciler hakeme ‘yuh!’ diye bağırdılar...’

Neyleyim ben kot pantolon- tişörtle çıkılamayan Beyoğlu’nu...

Ve neyleyim ben böyle maç anlatımını...

Şansal Büyüka’dan Erman Toroğlu’na, Ahmet Çakar’dan Kazım Kanat’a birbirinden çarpıcı üslupların esiri olmuş bizler için, o kibar anlatım şekerleme gibi bir şey...

Düşünsenize Erman Toroğlu şöyle konuşuyor:

‘Ahmet Dursun Bey, Luciano Bey’i kıvırırken faul yaptı. Maalesef hakem bey bu müessif hadiseyi göremedi.’

Bırrr... Aman Allah korusun...
Yazarın Tüm Yazıları