Hálá ‘yasal mermisiyle bir komiser’ gibi gündemi belirleyen ‘TRT 1’e mahkûmuz.
Ama ‘ortalık acayip şenlenecek’ diye bir umut bekliyoruz ‘ilk özel televizyonumuzu’...
Ve nihayet, Turgut Özal’ın oyuncak severliğinden nasibimizi alıyoruz:
Ortada yasal zemin filan yokken bir anda ‘Sihirli Kutu Anonim Şirketi’nin yayın organı Star’la tanışıveriyoruz.
Dönemin ruhuna uygun bir ortaklıkla çıkıyor karşımıza ‘Sihirli Kutu’:
Bu bir Cem Uzan-Ahmet Özal ortak yapımıdır!
Bir anda meftun oluyoruz bu yeni oyuncağa...
Özellikle de orta karar ‘gayri resmi’ tartışma programlarında neredeyse ekrana yapışıyoruz.
Lütfen hor görmeyin bizi...
Türkçe bir televizyon kanalında mesela ‘Kürt’ sözcüğünü ilk kez işitenlerin ekrana yapışması doğal kabul edilmeli.
***
Ben ‘Sevgili’Hikmet Özdemir’i ilk kez işte o ‘gayri resmi’ tartışma programlarından birinde gördüm.
Kendisi ‘SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’nün Danışmanı’ kimliğiyle konuşuyordu.
Üstelik fena halde aykırı gidiyordu...
Bir SHP’liden duymaya alışık olmadığımız türden şeyler söylüyordu:
Resmi tarih sorgulanmalıdır... Altı Ok gözden geçirilmelidir... Türban serbest olmalı... Laiklik uygulamalarında sorunlar var, bunlara bakılmalıdır vs.
Ertesi gün beklendiği gibi ‘Milli Görüş’ kanadı küçük çaplı bir ‘kahraman’ kazanmıştı.
Henüz yüzde 7’lerde debelenen ama ‘Leninist bir model’le sokak sokak örgütlenmeye çalışarak iktidara gelme rüyaları gören ‘Milli Görüş’, Hikmet Özdemir aracılığıyla tezlerinin kanatlandığını düşünüyordu.
Tam bu sırada SHP kanadında ise bütün tüyler diken dikendi.
Tam takip etmedim ama hatırladığım kadarıyla olay şöyle gelişti:
SHP içinde kazan kaynadı ve Hikmet Özdemir,‘SHP Genel Başkanı Danışmanı’ sıfatını yitirdi.
Özdemir işinden olmuştu ama onu kucaklayacak yeni bir kitlesi vardı artık.
***
Sonra Hikmet Özdemir için bir görünme dönemi başladı.
Panellerden panellere koştu.
Televizyon ekranında ‘aykırı kanaat önderi’ kontenjanından tartışmalara katıldı.
Anadolu’ya açıldı...
Turgut Özal’ın ‘sevdiği adamlar’ grubuna girdi.
Ve yeni kitlesiyle mutlu mesut yaşamaya başladı.
Ama hesap edemediği bir şey vardı:
Bu memlekette ‘Ne söylendiği’yle değil de, ‘kimin söylediği’yle ilgilenilir.
Bu yüzden adının başındaki ‘Erdal İnönü’nün Danışmanı’ sıfatı gidince bir süre sonra o kadar da ‘ilginç’ gelmemeye başladı.
O da çaba sarf etmedi: Yenilenemedi, aynı şeyleri söyledi, özgün tezler ortaya koyamadı.
Yani kısa sürede feci demode oldu.
O da belki bu durumu kavradı ve ‘izzet ü ikbal ile’ çekildi...
Hem de bir ‘kayıp imam’ edasıyla.
***
Ve işte ‘kayıp imam’ yeniden sahnede!
Son birkaç haftadır televizyonlardaki tüm Ermeni tartışmalarında ‘devlet tezleri’nin savunucu olarak onu görüyoruz.
Hem de ‘sözde’ değil, ‘özde’ savunucu...
Saçları beyazlamış... Epey kilo almış... Adını bilmesek, ses tonunu duymasak ‘Bu o Hikmet Özdemir mi?’ diye kuşkuya düşeceğiz.
Ama işte o.
Profesör olmuş, Türk Tarih Kurumu’nun sözcülüğü görevini üstlenmiş. Ermeni meselesini sular seller gibi ezberlemiş...
Geçen gece Siyaset Meydanı’nda Etyen Mahcupyan ve Hrant Dink ile yaptığı tartışmayı izlerken bunları düşündüm.
Ne yalan söyleyeyim, yeni pozisyonundaki performansını maalesef çok yetersiz buldum.
Pozisyonunu ‘çok şey bilen tarihçi’ olarak tarif eden ama bütün bir tartışma boyunca bir ‘resmi ideolog!’ gibi konuşan Özdemir, belki bu duruşuyla yine ‘kitlesel’ övgüler alacak ama ‘meselenin halli’ne katkıda bulunamayacak.
İkinci bir ‘kayıp imam’ vakasına meydan vermemek için tez elden toparlanmasını dilerim.