Paylaş
“30 Ağustos yasaklandı!”
*
Şöyle bir araştırınca... İşin aslını faslını öğrendim.
Olay şuymuş meğer:
*
Salgın nedeniyle...
- 23 Nisan’da ne olduysa...
- Ramazan Bayramı’nda ne olduysa...
- 19 Mayıs’ta ne olduysa...
- Kurban Bayramı’nda ne olduysa...
- 15 Temmuz’da ne olduysa...
Ne bir eksik ne bir fazla...
30 Ağustos’ta da aynısı olacakmış.
*
Her konuda birbirimize zıt gidebiliriz... Hiçbir konuda tam bir anlaşma içinde olmayabiliriz... Her konuyu çekişme konusu yapabiliriz...
Ama çok şükür ki...
30 Ağustos hâlâ bizim ortak paydamızdır.
*
30 Ağustos, bu milletin her ferdinin anlamını çok iyi bildiği ve kapı gibi arkasında durduğu en büyük zaferimizdir.
Hangi görüşten olursa olsun, hangi ittifakın içinde yer alırsa alsın, hangi partiyi desteklerse desteklesin...
Bu milletin her ferdi, 30 Ağustos için canını verir canını.
ASLINDA TEPKİ ÇEKEN KISITLAMA DEĞİL
30 Ağustos kutlamalarına kısıtlama getirilmesi gayet normal.
Biliyoruz: Salgın koşulları var.
Üstelik son zamanlarda salgında yükseliş söz konusu.
Bu şartlar altında diğer bayramlarda olduğu gibi 30 Ağustos’ta da bir kısıtlama olmasında bir sorun yok.
*
Ama yine de bir sorun var.
O da işin şu kısmında:
*
Salgın koşullarına hiçbir yerde doğru dürüst uyulmazken, bazı törensel etkinliklerden vazgeçilmezken...
Sıra 30 Ağustos’a gelince ödünsüz bir kısıtlama uygulaması hayata geçiriliyor ya...
İnsanların tepkisini çeken işte biraz da bu.
GİRESUN’UN İÇİNDE
“GİRESUN’un içinde iki sokak arası/Altı kurşun attılar üç de bıçak yarası”. Ahmet Arslan’ın pek içli söylediği bir Giresun türküsü böyle başlar.
*
Giresun’dan gelen felaket fotoğraflarına baktıkça...
Bu türkünün hüznü çöktü üzerime...
Fotoğraflar, yaşanan felaketin büyüklüğünü ortaya koyuyordu.
*
Fotoğraflara baktıkça...
Hüznün yanı sıra bir isyan duygusu da gelişti bende.
Çünkü selden etkilenen yerleşim yerlerinin tamamında evler, dere yataklarına yapılmıştı.
Ortaya çıkan sonuç, bunun doğal sonucuydu.
*
Hem devlet olarak hem millet olarak...
Bu zamana kadarki felaketlerden yeterince ders çıkarmadık.
Bari bu son felaketten bir ders çıkaralım.
KENDİMDEN BEZDİM
SON günlerdeki yazılarıma şöyle bir baktım:
*
Hep bir akıl vermece... Hep bir yukarıdan konuşmaca... Hep bir “İşte bunlar sınıfın birincileri” türü listelemece... Hep bir “Şöyle sevineceksiniz, şöyle sevinmeyeceksiniz” türü yol yordam göstermece... Hep bir öğreten adam edası takınmaca...
*
Okudukça... “Benim mi Allah’ım bu tatsız, bu didaktik, bu buyurgan üslup” dedim.
Ve yemin ederim kendimden bezdim, kendimden sıkıldım.
*
Benim bir an önce üslup eksenimi değiştirmemin vakti geldi de geçiyor gibi...
YÜREĞİMİN YAĞLARI ERİDİ
BU zamana kadar hep yollarda sıkıştırılan, darp edilen, saldırıya uğrayan kadın sürücülerin görüntülerini izliyorduk.
İlk kez dün...
Üzerine gelen bir adamı fena halde benzetip yollayan bir kadın sürücünün görüntüleriyle karşılaşma bahtiyarlığına eriştik.
*
Ablamız aslanlar gibi karşı koyup üzerine yürüyen dayıyı etkisiz hale getirmiş. Ne etkisiz hali? Üzerine yürüdüğüne resmen pişman etmiş.
*
İstanbul Sarıyer’de meydana gelen bu olayın görüntülerini zevkle, keyifle ve defalarca izledim.
İzledikçe de...
Gaziantep’ten bir tepsi baklava gelmiş gibi oldum.
VENEZUELA PEYNİRİ
YILLARDIR Türkiye’deki üst sınıf marketlerin raflarını Fransa’dan, Hollanda’dan, İsveç’ten ithal edilen peynirler süsler.
Her türden, her markadan ithal peynirler.
*
Bu ithal peynirlerle ilgili olarak şu ana kadar, “Peynir ülkesiyiz. Hollanda’dan, Fransa’dan peynir ithal ediyoruz. Olacak şey mi bu? Rezalet!” falan diye esaslı bir çıkış gelmedi.
*
Ama ne zaman ki...
Venezuela’dan üç kuruşluk peynir ithal edilmesi söz konusu oldu...
İthal peynir duyarlılığı bir anda yükselişe geçti.
Venezuela peyniri üzerinden dün bütün gün neler söylendi neler sosyal medyada.
*
Sanırım bizdeki bazı muhalifler, tıpkı Katar’dan hoşlanmadıkları gibi Venezuela’dan da hoşlanmıyorlar ve asıl mesele bu.
Fransız’ın peynirine büyük bir gıpta ve iştahla yaklaşıp Venezuela’nın peynirine düşman kesilmenin başka bir açıklaması yok çünkü.
ÇOK SEVERİM
- Eski kitap kokusunu...
- Gün batımında ortaya çıkan hafif ve leziz serinliği...
- Evin bir köşesine saklanmış kediyi bulmayı...
- Tartışmayı “Haklısın” diyerek sonlandırmayı...
- Telefonu sessize alıp bir köşede unutmayı...
- Her türlü klimatize ortamı...
- İnternetten kıyafet incelemeyi...
- Bülent Ersoy’lu Yemeksepeti reklamını...
- Yurtdışına gitme planları yapmasını...
- Belarus’tan gelen protesto görüntülerini izlemeyi...
- Orman içindeki ahşap evleri...
- “Ada Sahillerinde” şarkısını Ahmet Kaya’dan dinlemeyi...
- Kafe önünde oturup yoldaki trafik tartışmasını seyretmeyi...
Ben çok severim, siz de seviniz.
Paylaş