Hadi gidin üstüne

EY iktidar partisinin yetkilileri...

Mademki, "Ne yapsak, ne etsek hakkımızdaki kuşkuları gideremiyoruz" diye şikayet ediyorsunuz.

Mademki, "Bunlar sadece kendine demokrat" suçlamasına maruz kalmaktan kurtulamıyorsunuz.

Mademki, "Bunlar için varsa yoksa türban... Türbandan başka insan hakkı bilmiyorlar" şeklinde yaygın bir eleştirinin muhatabı oluyorsunuz...

Mademki, "Biz herkesin özgürlüğünü savunuyoruz ama karşımızdakiler bizi bir türlü anlamak istemiyorlar" diye yakınıyorsunuz...

O halde işte karşınızda iki harika fırsat.

Daha doğrusu iki trajik olay...

Ama sizin "trajedi"yi fırsata dönüştürme şansız var.

Hadi, kalkın ayağa, bozun ezberinizi ve bu şansı kullanın.

Trajediyi fırsata çevirin!

* * *

Birinci fırsat şudur:

Bir polis, İstanbul Maltepe’de liseli bir genç kızı, mini etek giyiyor diye barbarca tartaklamış.

Polis memuru, öğrenciye saldırmadan önce "Sen bu etekle mi okula gidiyorsun" diye bağırmış.

Hani...

Başını örten de, mini etek giyen de sizin kardeşinizdi ya.

İşte bu sözünüzün doğruluğunu kanıtlamak için görev başına.

O polis memuru, saldırısını ister dini, ister manevi, ister milli, kısacası hangi duygulara dayandırırsa dayandırırsın, hiç bakmayın ve sonuna kadar gidin bu olayın üzerine. Unutmayın ki:

Sizin kıyafetinizin özgürlüğü, başkalarının kıyafetlerinin özgürlüğünden geçmektedir.

Siz başkalarının kıyafet özgürlüğü konusunda ne kadar titizlenirseniz, başkalarının da sizin kıyafet özgürlüğünüz konusunda duyarlılığı o kadar artar.

Hadi bakalım.

Kuşkuları dağıtın!

Mini etekli bir kız kardeşiniz zulme maruz kaldı.

Mazluma kimliği sorulmaz. Zalime de.

Yani...

Kimlik sormayın, hesap sorun!

* * *

İkinci fırsat ise biraz trajikomik.

Rize’nin Çayeli İlçesi’nde imam hatip lisesi öğrencisi kızlar, birbirlerine "aşkım" diye hitap ettikleri için nöbetçi öğretmen tarafından dövülmüş. Hadi, o nöbetçi öğretmenden de hesap sorun.

O öğretmeni önce "Birader, sana ne? Sen ne karışıyorsun" diye bir güzel azarlayın.

Ayrıca şiddeti bir eğitim yöntemi olarak benimsediği için hakkında soruşturma başlatın.

Böylece hem bir "insanlık dersi" vermiş olun, hem de hakkınızdaki kuşkuları dağıtın.

Hadi bakalım. Kolay gelsin.

CHP fetvayı verdi: Türban engel değil

YÜKSEK sesle ya da kısık sesle yaptığımız "Çankaya savaşları tartışması"nın gelip dayandığı nokta hep şu oluyor:

"Eşi türbanlı bir kişi, Cumhurbaşkanlığı gibi sembolik anlamı yüksek bir makama çıkabilir mi?"

Bu konuda yaklaşımı en fazla merak edilen parti hiç kuşkusuz CHP...

Çünkü "laiklik" ve "Atatürkçülük" konusunda ödünsüz bir tutum izlediğinden kimsenin kuşku duymadığı bu partinin, "Türbanlı eş" konusunu mesele yapıp yapmayacağı çok önemli.

CHP Lideri Deniz Baykal’ın dün bu köşede yayınlanan açıklamaları, işte bu açıdan merak gidericiydi.

"Abdüllatif Şener’in Cumhurbaşkanlığı adaylığını düşünebiliriz" diyen Baykal, bir anlamda "Türbanlı eş"in Çankaya için bir sorun yaratmayacağını da deklare etmiş oldu.

Çünkü Şener’in eşi türbanlıdır.

Ayrıca...

Baykal’ın "Ben Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasına eşi başörtülü diye itiraz etmiyorum" cümlesi de, "Eşin başörtülü olmasının Çankaya için engel teşkil etmediği" şeklinde algılanabilir.

Sonuç olarak şu cümleyi rahatlıkta kurabiliriz:

CHP Çankaya’da "türbanlı eş"e cevaz vermiştir.

Ah dede vah dede

İKTİDARDAKİLERE ağza alınmayacak galiz küfürler savuran bir adam, "Dede" denilerek mazur gösterilmek isteniyor.

Hatta bazıları "Necmettin Dede’ye var da, Fethi Dede’ye yok mu" diyerek "dedelik mazeretinde çifte standart meselesi"ne gönderme yapıyorlar.

Madem ki "Dede" sıfatı ilerlemiş yaşın getirdiği bir sıfattır.

O halde "Süleyman Dede" vakasından da söz edebiliriz.

Ve bütün bunların ardından Tayyip Erdoğan’a 70’lerde herkesin dilinde olan o tuhaf şarkıyı söylemek yakışır:

"Ah dede vah dede / Sen neymişsin sen / Dillere düştüm senin yüzünden."
Yazarın Tüm Yazıları