Geciktim, affet Cemal Süreya

EY Türkiye’nin en iyi portre yazarı...

Ey nişan aldı mı imgeyi gözünden vuran cins şair...

Kusura bakma...

Bin türlü hay huyun arasında ölüm yıldönümünü kaçırdım.

Oysa 1990 yılının o uğursuz 9 Ocak gününü nasıl unutabilirdim?

Müridin sayılabilecek bir şair dostum, "Cemal Süreya ölmüş" diye yalın bir şekilde haber vermişti ölümünü...

İşte o anda benim gözümün önünden senin dizelerin uçmaya başlamıştı.

Hani "Marilyn Monroe öldü" demiş ve ardından da eklemiştin ya:

"Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi" diye...

İlk aklıma gelen işte bu dize oldu.

Çünkü sen de ölümü bir kakül gibi alnına düşürmüştün.

Ardından "Ölüyorum Tanrım" diye başlayan ve "Üstü kalsın" diye biten şiirini anımsadım.

Sonra da yaptığın artistikler geldi aklıma.

Bir keresinde Özal’a "Birlikte intihar edelim" önerisinde bulunmuştun.

Soyadındaki iki "y" harfinden birini girdiğin bir iddiada kaybetmiştin.

"Ben hangi şehirdeysem yalnızlığımın başkenti orası" demiştin ya.

İşte senin dilinle söylüyorum:

"Keşke yalnız bunun için sevseydim seni."

Ey Mülkiye’nin en mülksüz adamı.

Ey yaz tatillerini bile okulda geçiren parasız yatılı.

İşte biz "Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız".

Ve seni çok ama çok özlüyoruz.

Kendim ettim kendim buldum

RAHMETLİ dedem bilge bir adam değildi.

Ama bazen Şeyh Edebali tribine girer ve bana şöyle seslenirdi:

"Ey oğul! Nadan ile etme sohbet."

Dedemin bu nasihatini kulak arkası ettim.

Tuttum, bilip bilmeden "Gülben Bacı / Hülya Hemşire" mevzusuna daldım.

Ve Gülben’in hakkımda bir şeyler söylemesine imkan verecek şeyler karaladım.

Böylece onun, benden uzak olduğunda bile dayanamadığım ağır yapaylığına maruz kaldım.

Mesela şöyle şeyler oldu:

Akşam olmuş, DVD’den Belmando’nun "Serseri Aşıkları"na dalıp mest olmuşum.

Keyif kaçıran bir telefon sesi geliyor.

Telefonu açıyorum, karşımdaki heyecanlı bir şekilde "Abi hemen Pazar Keyfi’ne bak! Gülben Ergen sana laf sokuyor" diyor.

İşin yoksa filmi durdur, "Pazar Keyfi"ni aç.

Ve karşına herkesi kendisinin ne kadar tatlı olduğuna ikna etmeye çalışan yapaylık üstadı çıksın.

Yılmaz Erdoğan tarzı espriyi geçtik, Selami Şahin tarzı feci esprilerden birini yapsa bile fit olacağız.

Ama ne gezer.

Düşünüp taşındıktan sonra bulduğu en ağır laf şu:

"Ahmet Hakan kuş gribidir."

Bir de klişenin şahı sayılabilecek şöyle bir yaklaşım:

"Gündeme gelmek için benden söz ediyor."

Hay bin kunduz!

Mademki kendim ettim kendim buldum.

O halde ağlamaya, yakınmaya, öfkelenmeye hiç hakkım yok.

Bu saatten sonra yapılması gereken tek şeyi yapıyorum:

İstifa ediyorum!

Ve buradan çok resmi bir yemin ediyorum:

Ey ahali! Gülben tesettüre girip hacca gitse ya da ne bileyim Ortodoks olup Atina’ya yerleşse bile hiçbir yorum yazmayacağıma namusum ve şerefim üzerine ant içerim.

Ağca dışarı Erbakan içeri

AĞCA’nın tahliye edilmesinin ardından adalet hissimiz öylesine zayıflamış durumda ki.

Artık önümüze gelen hukuki konularda hep Ağca’nın durumunu düşünüyoruz.

Mesela Erbakan’ın durumuyla Ağca’nın durumunu yan yana koyuyoruz ve şunu soruyoruz:

Ne yani. Ağca elini kolunu sallayarak gezecek. Buna karşılık 80 yaşına gelmiş Erbakan Hoca hapse mi girecek?

Adalet hissi bir kere zayıflamaya görsün!

Bu tür sorular haklı olarak sorulur.

Ve Ağca’nın tahliyesi belki de en çok bu açıdan tartışılmalıdır.
Yazarın Tüm Yazıları