Paylaş
“Hepinizin kıblesi Pensilvanya olmuş”.
Ortalık hafiften karışınca İsa Gök, ortalığı daha da karıştırıyor:
“Mürit olmuşsunuz hepiniz mürit... Fethullah Gülen’in müridi olmuşsunuz”.
MHP Lideri Devlet Bahçeli ise İsa Gök gibi nezaket kurallarını zorlamıyor ama yaptığı yazılı açıklamada hiç de yenilir yutulur olmayan bir öneride bulunuyor.
Bahçeli, Fethullah Gülen’e şöyle sesleniyor:
“Bu böyle gitmez. Cemaatin faaliyetlerini bir müddet askıya al”.
Bahçeli’nin “Askıya al” tavsiyesinin gerekçesi ise şu:
“Senin adına bir şeyler yapılıyor. Sen kontrol edemiyorsun”.
Bahçeli’nin yazılı açıklamasında Gülen için “Hocaefendi” tabirini kullandığını da es geçmeyelim.
Gelin, muhalefetten yükselen bu iki sese...
Köşelerde yazılan imalı yazıları, kulislerde fısıldanan cümleleri, haklı ya da haksız ithamları, dedikoduları, rivayetleri ekleyelim.
Ortaya çıkan sonuç şu olacaktır:
Memleketin bir bölümünde çok esaslı, çok kuvvetli bir “anti-cemaat rüzgârı” esiyor veya estiriliyor.
Olay o hale gelmiş durumda ki...
İktidara yönelik her türden muhalefet, artık “cemaat” üzerinden yapılıyor.
Başbakan, bakanlar, AK Parti falan unutulmuş durumda.
Varsa “cemaat”, yoksa “cemaat”.
Bizim mahallenin bakkalı bile “Acaba cemaat bizim telefonları da dinliyor mudur abi” diye gayet ciddi bir şekilde soru soruyor.
Artık durum şudur:
Kitap toplanıyor, “Cemaat yapmıştır” deniliyor.
Gazeteciler tutuklanıyor, “Cemaat yapmıştır” deniliyor.
Hanefi Avcı içeri atılıyor, “Cemaat yapmıştır” deniliyor.
Ergenekon’da yeni bir dalga ortaya çıkıyor, “Cemaat yapmıştır” deniliyor.
Neredeyse “her taşın arkasında cemaat aramak” diye karikatürize ettiğimiz yaklaşım biçimi, hemen herkesin kabul ettiği bir yaklaşım biçimine dönüşmüş durumda.
Artık gündemde Fethullah Gülen Hareketi’nin yaptığı hizmetler, açtığı okullar falan yok.
Peki neden?
Neden “cemaat”, ülkenin iktidar muhaliflerinin baş hedefi haline geldi?
Neden toplumun bir kesiminde “anti-cemaat rüzgârı” esiyor?
Bunun iki nedeni var:
BİR: Son zamanlarda başlarına bela gelenlerin önemli bir bölümünün “cemaat” ile bir biçimde uğraşan kişiler olmaları...
İKİ: Toplumun bir kesiminin kabul edilemez bulduğu, iktidarın bile tam destek vermekten kaçındığı bazı uygulamalara “cemaat” adına verilen canhıraş destek.
Bu gidişin “cemaat” açısından vahametini fark eden ilk isim Fethullah Gülen oldu.
Fethullah Gülen, önce “henüz basılmamış bir kitabın polis baskınına uğraması” meselesiyle ilgili olarak bir yazılı açıklama yaptı.
Dedi ki:
“Benim bu işte herhangi bir rolüm yoktur”.
Kitap yasaklamanın hem kabul edilemez, hem de imkânsız olduğunu da sözlerine ekledi.
Ardından kendisini ziyarete giden Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’ye söyledikleri geldi gündeme...
O sözler, hem bir özeleştiri mahiyeti taşıyordu, hem de kendisini sevenlerini uyarmayı hedefliyordu.
Umarım Fethullah Gülen’in bu hassasiyeti “cemaat” adına konuşanlar ve yayın yapanlarda da oluşur.
Böylece...
Savcıdan daha savcı, polisten daha polis, gizli tanıktan daha gizli tanık, özel yetkiliden daha özel yetkili tutumlarını gözden geçirirler.
Kürk giydirir at bağışlar
CHP’de propaganda yapacak kadınlara yönelik bir bildiri yayınlanmış.
“Kürk giymeyin, deri giysiden kaçının, evlere girerken galoş kullanmayın” falan deniyor CHP’li kadınlara...
Talimatta yer alan “Kürk giymeyin” cümlesini görünce...
Hiçbir alakası olmamasına rağmen...
Zülfü Livaneli’nin pek güzel seslendirdiği Adana’nın ünlü “Kozanoğlu” türküsünü hatırladım.
Şöyle deniyordu türküde:
“Ünü büyük koç Kozanoğlu’m / Kürk giydirir, at bağışlar”.
Hey gidi çağrışım hey!
Sen ne acayip bir şeysin.
‘Andımız’ kalksın
BENİM bunun için benim beş esaslı gerekçem var:
BİR: Çoluk çocuğa her sabah “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım...” diye yemin ettirmek, bir tür “yeni başlayanlar için resmi ideoloji” dersi vermek gibi bir şey... Herhangi bir ideolojiyi minik zihinlere kazımaya çalışmak, demokratik ülkelere yakışmaz.
İKİ: Minicik çocukların hazır ol vaziyeti alıp, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye bağırtılmaları, fazlaca militarizm kokuyor. Okullara kışla muamelesi yapılmasından vazgeçilsin.
ÜÇ: “Türk” olmak ne doğru olmanın, ne de çalışkan olmanın gerekçesidir. Ant içmeye alışan o çocuklar, büyüdüklerinde doğru olmayan, çalışkan olmayan Türklerle karşılaştıklarında bir travma geçirebilirler. Çocuklarda sebepsiz beklenti yaratmamak gerekir.
DÖRT: Siz her ne kadar “Andımız’da geçen ‘Türk’ sözcüğü bir ırka işaret etmiyor, kuşatıcı bir sözcüktür o” deseniz de, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım...” cümlesi ifade edildiği andan itibaren, bazı akıllara mutlaka “Kürt’üm, doğruyum, çalışkanım...” cümlesi gelir. Kaçışı yoktur bunun.
BEŞ: Madem “Kara önlüğe paydos” denilebiliyor, o halde “Andımıza paydos” da denilebilmeli. Sonuçta kutsal bir metin değildir bu... Tabu da değildir. Hem hani zaman bize uymazsa, biz zamana uyacaktık?
İşte bu da benim kahraman yargıcım
HANEFİ Avcı hakkında mahkeme tarafından verilen “Tahliye edilemez” kararına yargıç Şeref Akçay karşı çıkmış.
Karara şerh düşen yargıç Şeref Akçay’ın yazdığı gerekçeleri okuyunca kararımı verdim.
“İşte” dedim, “Bir kahraman yargıç”.
Neden mi?
Çünkü bu yargıç...
İnsan haklarından söz ediyor.
İfade özgürlüğünden dem vuruyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni hatırlatıyor.
Kitap yazdı diye kimsenin tutuklanmaması gerektiğini söylüyor.
Hanefi Avcı gibi yılların polis şefinin bir kitap yazdı diye iki ayrı terör örgütüne üye olmakla suçlanmasının mantıksızlığından şikâyet ediyor.
Kitap dışında bir suç unsurunun ortaya konmadığını belirtiyor.
Vicdan diyor, adalet diyor, hak diyor, hukuk diyor.
İşte bunları söylediği için, “kahraman yargıç” diyorum ben ona...
Galiba benim açımdan bir hukuk adamının “kahraman” olması için, her şeyden önce özgürlük türküsü söylemesi gerekiyor.
Paylaş