Paylaş
Nedim’in, Soner’in, Ahmet’in yaptığı telefon konuşmaları...
Okuyorum, okuyorum, okuyorum.
Bazen kendimi “adi bir röntgenci” gibi hissederek “Bırakayım, okumayayım şunları” diyorum.
Fakat işte sonuçta insanız, çiğ süt emmişiz.
Dayanamıyorum, “Dur şunu da bir okuyayım, sonra bırakırım” tavrına bürünüyorum.
Sonuç?
Bırakma falan yok.
Üç gündür “Alo... Ne haber? / İdare ediyoruz, senden ne haber” tarzı cümlelerle haşir neşirim.
* * *
Nedim Şener’le arada konuşuyorduk telefonda.
Ama talihsizliğe bakın ki aramızda geçen sadece şu konuşma “dinlemeye takılmış”:
- Alo... Merhaba... Nedim ben...
- Nedimciğim, ben seni birazdan arasam.
- Tamam, bekliyorum.
Ama sonrası yok.
“Birazdan” aramamış mıyım, yoksa aramışım da o konuşma kayıtlara geçmemiş mi, bilmiyorum.
* * *
Kayıtları okurken dikkatimi çekti:
Telefonları dinlenenlerin tümü, telefonlarının dinlendiğinin bal gibi farkındalar.
Bu nedenle sansürlü konuşmaya gayret ediyorlar, dikkat ediyorlar, ketum davranmaya çalışıyorlar.
Ama bir süre sonra ipin ucunu bırakıyorlar.
Mahremiyetlerini tam olarak koruyamıyorlar, dedikodu yapmaktan kendilerini alıkoyamıyorlar, ortaya çıktığında mahcup olacakları cümleler etmekten vazgeçemiyorlar.
Neden?
Çünkü telefon denilen alet, özel konuşmalar için icat edilmiş bir alettir.
Ne kadar zorlanırsa zorlansın, bu aletle kamu alanında konuşur gibi konuşulamaz.
Konuşulamaz çünkü aletin doğası ve kültürü bunu kaldırmaz.
Nedim de, Ahmet de, Soner de...
Doğal olarak bu kültüre ve doğaya yenik düşüyorlar.
* * *
Dinlenen görüşmelerin kayıtlarını okurken insan ister istemez şu soruyu soruyor:
“Ya benim yaptığım telefon görüşmelerinin kayıtları da bir gün gelip yaban gözlerin iştahlı ve meraklı pırıltılarına yem edilirse?”
Gün içinde defalarca yaptığım geyikler, idare etmek ve bir an önce bitmesini sağlamak için en saçma görüşlere bile “Tabii... Tabii... Çok haklısınız...” diye verdiğim cevaplar, telefon görüşmeleri vasıtasıyla bazı yakın arkadaşlara kurduğum kumpaslar, “Döneceğim ben sana” deyip de dönmemeler falan...
Bu mahrem macerayı ak kâğıt üstünde görmek ister miyim?
Hafazanallah!
Tabii ki hayır!
* * *
Şimdi o kadim soruyu sormanın tam vakti:
“Ne yapmalı?”
Madem aletin doğası ve kültürü gereği ne kadar dikkatli konuşursak konuşalım, bir noktada kendimizi salacağız, bırakacağız.
O halde geriye iki yol kalıyor:
Ya telefon denilen alete ömür boyu veda edeceğiz. Ya da “ne olursa olsun” diyerek en küçük bir dikkate bile tenezzül etmeden konuşacağız, konuşacağız, konuşacağız.
Dosta düşmana duyurulur: Ben ikinci yolu tercih ettim.
Kürtler PKK’ya neden başkaldırmıyor
- Çünkü... Biz buralarda teröre “terör” derken, onların büyük kısmı teröre başka bir şey diyorlar.
- Çünkü... Biz buralarda ölen askerlerimize şehit derken, onların büyük kısmı başka ölülere şehit diyorlar.
- Çünkü... Biz buralarda “ölü ele geçirilen terörist” haberlerini sevinçle ya da kayıtsızlıkla karşılarken, onların büyük kısmı “ölü ele geçirilen terörist” haberleriyle yasa bürünüyor.
- Çünkü... Biz buralarda “Kürtlere hangi ayrımcılık yapılıyor, cumhurbaşkanı bile olabiliyorlar” diye düşünürken, onların büyük kısmı kendilerinin çok büyük bir zulüm altında inlediklerini düşünüyor.
- Çünkü... Biz buralarda KCK tutuklamalarını haber değeri bile taşımayan sıradan bir olay olarak görürken, onların büyük kısmı KCK tutuklamalarını “Kürtlere karşı yapılan son büyük haksızlık” olarak görüyorlar.
- Çünkü... Bizim buralarda bazı vakalar infial yaratırken, oralarda başka vakalar infial yaratıyor.
- Çünkü... Biz buralarda İmralı sakinine “terörist başı” derken, onların büyük kısmı başka bir şey diyor.
- Çünkü... Biz buralarda “Terörü kınamayana ekmek yok” havası basarken, orada da “Terör diyene ekmek yok” havası basılıyor.
- Çünkü... Biz buralarda “İki ateş arasında kaldılar” haberini “Kesin PKK’lıların ateşiyle öldürülmüşlerdir” diye anlarken, onların büyük kısmı “Kesin polisin ateşiyle öldürülmüşlerdir” diye anlıyorlar.
İyi bir TV tartışmacısı olmak isteyenlere tüyolar
- Fazla pasif olursan tansiyonu düşürürsün, fazla aktif olursan rol çalıyor görüntüsü verirsin... Ne fazla pasif, ne fazla aktif ol... Kararında, kıvamında ol yeter.
- Susman gerektiğinde konuşmalı, konuşman gerektiğinde susmalısın.
- Eleştirmek istediğin muhatabına önce bir güzel iltifat ederek duruşunu boz, ardından da saydır saydırabildiğin kadar... Neticeden memnun kalacaksın.
- Moderatörle takışmaktan kaçın...
- Aynı anda iki cephede savaşma.
- Programa çıkmadan önce “Kimler var?” sorusunu mutlaka sor. “Ne kadar rezil olursak o kadar iyi” havasındaki biriyle sakın çıkma... Ağzınla kuş tutsan da kaybeden sen olursun.
- Hiç yapılmayanı yap: Aynı görüşleri paylaşmadığın muhatabının bazı görüşlerine katıl. İyi bir izlenim bırakman garantidir.
- Bazen “anında itiraz” hayat kurtarır. “Ama söz bana gelmedi” falan diyerek gollük pasları kaçırma.
- Ortada gollük bir pas yoksa atılma, heyecanlanma, söz isteme... Bırak söz sana gelsin...
- Asla ve kata seninle aynı görüşü savunanlarla bir programa katılma... Fark yaratamazsın.
- Bazen sesini alçalt, bazen yükselt... TV tartışmaları yeknesaklığı hiç sevmez.
- Bilmediğin bir konuda top çevirme... “Bilmiyorum” de, süper bir etki bırakırsın.
Reina’dan açıklama
GEÇTİĞİMİZ günlerde popüler bir dizinin popüler oyuncularının Reina’ya alınmadıklarına dair bir haber çıkmıştı gazetelerde.
Ben de “Haberlerde neden bunun nedeni açıklanmıyor?” diye sormuş, ardından da “Yoksa bu bir reklam çalışması mı?” demiştim. Reina’dan Ali Ünal imzalı bir açıklama geldi. Açıklamayı yayınlıyorum:
* * *
Sayın Ahmet Hakan...
Bu yıl 10. yılını kutlayan, sadece Türkiye’de değil dünyada haklı bir üne sahip olan Reina ile ilgili yazdıklarınızı okuduk, üzüldük.
Dünyanın sayılı mekânları arasında gösterilen Reina, mekâna gelmek isteyenlere asla onur kırıcı ve aşağılayıcı biçimde davranmamıştır. Dünyanın neresine giderseniz gidin özel mekânların giyim kuşamdan davranışlara kadar bir dizi yazılı olmayan kuralları vardır. İçerideki ortama uymayacak şekilde giyinen kişilerin mekâna girmesine izin verilmez.
İşletmemizde pazar günleri dışında eşofman, şort, terlik, kapüşonlu vs. kıyafetlerle misafirleri ağırlamıyoruz. Bunun sebebi Reina’nın kalitesi ve şıklığıdır.
“Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisinin genç oyuncuları Aras Bulut İynemli, Yıldız Çağrı Atiksoy ve Tolga Güleç’in mekâna alınmaması, standart kurallarımız gereğidir.
Sadece oyuncular için bu kurallar geçerli değildir, herhangi bir müşteri de aynı şekilde Reina’ya girmeye çalışsa bu mümkün olmayacaktır. Bu kural, kişileri aşağılamak için değil, uyulması gerektiği için uygulanmaktadır.
Neticede Reina, sadece bir gece kulübü olmayıp İstanbul’un en iyi altı restoranını bünyesinde bulunduran bir mekândır. İnsan kalitesi, giyim kuşamı bizim için önemlidir. Bir jean üzerine gömlek de bizim için yeterli şıklığa sahiptir.
Konuya bu çerçevede yaklaştığımızı bilmenizi ister, saygılarımızı sunarız.
ALİ ÜNAL.
Sonu gelen efsaneler
- “İbrahim Tatlıses’in kadınları” efsanesi...
- Bir Atatürkçü ilahiyatçı olarak “Yaşar Nuri” efsanesi...
- Artık kafa bulunduğuna göre “Elif Şafak’ın mana arayışı” efsanesi...
- Son çektiği reklamla müşterisine kazandıramadığına göre “Ali Taran ve reklamları” efsanesi...
- Kök söktürdüğü parti için “kapatılsın” başvurusu yaptığına göre “Kamer Genç” efsanesi...
Paylaş