Paylaş
AK Parti–Cemaat ilişkisi nasıl başladı?
AHMET ŞIK: AKP ile Cemaat, aslında yüzde yüz örtüşen yapılar değildi. 2002 ile 2007 arasında AKP’nin Cemaat’le kurduğu ilişki zayıf bir ilişkiydi. Kerhen bir ilişkiydi. Sıkı fıkı ilişki, 2007 ile 2012 arası ilişkidir. Yani Ergenekon’la başladı sıkı fıkı ilişki.
*
Ergenekon için ilk adım kimden geldi?
AHMET ŞIK: Özden Örnek’e ait olan günlüklerde şöyle bir Tayyip Erdoğan portresi çiziliyor: Tıpkı geçmişteki başbakanlar gibi askeri, hükümetin doğal ortağı kabul eden ve “İstediğiniz her şeyi yaparım” noktasında bir başbakan... Ama bu askere yetmedi. Bunu nereden anladık? Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na aday olma sürecinde anladık. Gül’ün eşinin başörtülü olmasına gösterilen tepkiden anladık, Büyükanıt’ın muhtırasından anladık. İşte bu durum Tayyip Erdoğan’a şunu öğretti: Ben ne yaparsam yapayım iktidar elimden gidecek ve benden öncekilerin başına gelen benim de başıma gelecek.
*
Cemaat tam da bu noktada mı devreye girmiş oldu?
AHMET ŞIK: Evet... Cemaat, bürokrasideki gücüne dayanarak önceden hazırlığını ve planını yaptığı Ergenekon operasyonunun başlatılmasını teklif etti Erdoğan’a. “Bizim bürokrasideki gücümüz, sizin de siyasi desteğinizle bunları alt edebiliriz” dedi. Erdoğan da buna onay verdi. Çünkü onay vermeseydi, hem demokrasi kesintiye uğrayacak hem de Erdoğan elindeki iktidar imkânını kaçırmış olacaktı.
*
Sizin tezinize göre Erdoğan, iktidarını korumak adına Ergenekon sürecine destek verdi. Peki Cemaat’in çıkarı neydi?
AHMET ŞIK: İktidarın olanaklarından faydalanmak... Cemaat, devletin tüm kılcal damarlarına nüfuz etmek isteyen bir yapı... Hükümetlerin geçici olduğunu, kalıcı olanın devlet olduğunu biliyorlar.
*
Ergenekon’da düğmeye basıldığı ilk gün, siz neler düşünüyordunuz?
AHMET ŞIK: Sevinmiştim. Soruşturma süreci başladığında Hrant Dink’i öldüren çakal sürüsünün zihniyetinin beslendiği bir siyasal iklim söz konusuydu. İlk soruşturmada hedef, işte o ırkçı faşizan ortamı yaratanlardı. İsim vermek istemiyorum ama söz etmem gereken kişiler var. Susurluk’taki kazadan sonra dönemin hükümetinin hazırlattığı raporda kontrgerilla faaliyetlerinin odağında gösterilen isimler vardı. O kişileri Ergenekon’da somut delil olmadan suçlamak yerine o raporlarda yazanlar üzerinden yargılamış olsalardı, çok somut suçlamalar ortaya çıkacaktı. Ama bunu yapmadılar.
*
Peki ne yaptılar?
AHMET ŞIK: Ergenekon dosyasının klasörlerini incelerken bir yazışma buldum. Savcı Zekeriya Öz, Genelkurmay’la yazışmış... Öz bu yazışmada Genelkurmay’a “Belgeler bulduk, inceleyin, görüş bildirin” diyor. Genelkurmay da JİTEM’le ilgili bu belgelerle ilgili cevap yazmış. “Devletin âli çıkarları için sakıncalıdır” demiş. Zekeriya Öz de bu gerekçeye dayanarak sansürledi belgeleri. Koymadı dosyaya.
*
Ne düşündünüz bunun üzerine?
AHMET ŞIK: Susurluk soruşturması kışlanın kapısına gelindiğinde tıkanmıştı. Ben Ergenekon’un, bu yarım kalan soruşturmayı tamamlayacağını düşünmüştüm. Ancak yazışmayı görünce şöyle dedim: “Bunların böyle bir derdi yok.” Ama Ergenekon sürecine desteğimi hemen çekmedim.
*
Desteği ne zaman çektiniz?
AHMET ŞIK: Yargılama sürecinde tüm avukatlar, bütün sanıklar, “Bize komplo kuruldu” diyorlar ve komployu kuran gücün adını Cemaat olarak tarif eden savunmalar yapıyorlardı. Benim de bu konuda kuşkularım vardı. Hanefi Avcı’nın kitabını okuyunca kuşku bulutları dağıldı benim için. O kitap bana bir çerçeve çizdi.
*
Nasıl bir çerçeve? Yaklaşımınızda ne değişti?
AHMET ŞIK: Ergenekon’u şöyle tanımlamaya başladım: Bu operasyon, kontrgerilla artıkları ile bazı güç odaklarını siyaset sahnesinden temizleyen, bunların yerine yeni derin aktörlerin önünü açan bir operasyondur. Derin devlet duracak,
aktörleri değişecekti. Bunu fark ettim.
*
Ergenekon süreci kamuoyuna “demokratikleşme süreci” ve “derin devletle hesaplaşma süreci” olarak anlatıldı. Bu yalan mıydı yani?
AHMET ŞIK: Bu koca bir yalandı. İllüzyondu. Ergenekon soruşturmalarının hiçbirinde 2002’den öncesine inilmedi. Sadece AKP ve Cemaat’i hedefine koymuş bir anlayışı yargılamaya kalktılar. AKP ve Cemaat, kendilerine yönelik tehdidi ortadan kaldırmak ve böylece kendi totaliterizmlerini yerleştirmeyi hedeflediler. Bunu yaparken de sahte delillere başvurdular.
*
‘Ergenekon’da ya da Balyoz’da sanık olan herkes için suçsuzdur’ diyebilir misiniz?
AHMET ŞIK: Ben hiçbir zaman “Ergenekon’da suçlanan herkes masumdur” demedim. “Her şey doğrudur ve hepsi suçludur” da demedim. Bana göre Ergenekon’da suçlular ile suçsuzlar birbirlerine karıştırıldı. Gerçek belgelerin arasına sahteleri ve tahrif edilmiş olanları da konuldu. Bu bir takım siyasi hesaplar için özellikle yapıldı. Böylece Türkiye’nin kirli geçmişiyle yüzleşme fırsatı elden kaçtı.
AHMET ALTAN’IN KULLANIŞLILIĞI BİTTİ AMA...
Mehmet Baransu tutuklandığında Ahmet Altan, Cumhuriyet’te bir yazı yazdı. “Taraf’ta yaptığımız haberlerin hepsi doğruydu... Baransu’yu bırakın, benimle uğraşın” dedi. Bu konuda ne diyorsunuz?
AHMET ŞIK: Cemaat’in medyası vardı. AKP’nin de medyası vardı. Ama buna rağmen Taraf gazetesi çıktı. Neden? Çünkü her iki medya da kendi cenahına sesleniyordu. İkisinin dışında kalan alana hitap edecek bir yayına olan ihtiyaç nedeniyle Taraf çıktı. Ahmet Altan gibi kimsenin itiraz etmeyeceği itibarlı bir insan da gazetenin başına geçti.
*
Ahmet Altan’ın itibarından mı yararlanıldı?
AHMET ŞIK: Ergenekon sürecindeki kumpaslara gözlerini ve kulaklarını kapatanlardan kimileri kendileri için “kullanışlı aptal” tabirini kullanıyor. Aslında bu tanıma en uygun isim Ahmet Altan. Kullanışlı, çünkü adının ağırlığı ve itibarı kullanıldı. Aptallığı ise tezgâh bütün açıklığıyla ortaya çıktığı halde tezgâhı görmeye yanaşmamasında.
*
Ahmet Altan’ın Cumhuriyet’teki yazısını okuduğunuzda ne düşündünüz?
AHMET ŞIK: Kullanışlılık dönemi bitmiş, aptallık baki kalmış diye düşündüm.
*
Ahmet Altan sizce Ergenekon sürecindeki tezgâhı neden fark edemiyor?
AHMET ŞIK: Türk medyasının bence en temel iki sorunu var: Bir: Korkunç cehalet, dosya çalışmamak, araştırmamak, okumamak... İki: Adı kendinden büyük hale gelmiş bir takım insanların, uğraştıkları alanın öznesi olmaya çalışması...
*
İkincisini pek anlamadım.
AHMET ŞIK: Mesela bazı gazeteciler, Kürt meselesiyle o kadar iç içe geçmiş bir haldeler ki... Kürt barışı gerçekleşse... Hemen “Barışın mimarı benim” diye ortaya atılacaklar. Özne olmaya çalışmak bu demek. Ahmet Altan da Türkiye’de askeri vesayeti bitiren özne olarak anılacağını düşünüyor. Bu nedenle tezgâhı görmezden gelmeyi tercih ediyor.
*
Bu mudur Ahmet Altan’ın Ergenekon’daki, Balyoz’daki tezgâhlarla yüzleşmemesinin nedeni?
AHMET ŞIK: Kibir de rol oynuyor bunda... Kibri, hatalarıyla yüzleşmesine engel oluyor.
‘İMAMIN ORDUSU’ KİTABI VE ‘DOKUNAN YANAR’ ÇIKIŞI
“İmamın Ordusu” adında bir kitap yazmaya ne zaman karar verdiniz?
AHMET ŞIK: Emniyet teşkilatında bir şeyler oluyordu. Bazı önemli polislere komplolar kuruluyor ve o polisler tasfiye ediliyordu. Tasfiye olanların yerine “Cemaatçi” olarak bilinenler geliyordu. Ergenekon soruşturması da yeni gelenler üzerinden yürüyordu. Ben işte bu durumu anlamak ve anlatmak için kitap çalışmasına başladım.
*
Siz gözaltına alındığınızda kitap hangi aşamadaydı?
AHMET ŞIK: Taslak halindeydi.
*
Kitabın adını “İmamın Ordusu” olarak mı belirlemiştiniz?
AHMET ŞIK: Bir arkadaşım önermişti bu ismi... Meseleyi çok iyi özetleyen bir isimdi ama bana biraz itici ve irite edici gelmişti. Ergun Poyraz’ın kitap isimlerini çağrıştırıyordu. Başka bir isim arıyordum.
*
Ergenekon operasyonunun size kadar ulaşacağını, gözaltına alınacağınızı düşünüyor muydunuz?
AHMET ŞIK: Bazı arkadaşlarım “Seni alacaklar” dediler. Ben de onlara “Bu düzende beni de alabilirler ama beni Ergenekon’dan alırlarsa kafalarına kurşun sıkarlar” dedim. Çünkü benim siyasal olarak durduğum yer netti. Ben “Ergenekon” adını verdikleri zihniyetle mücadele eden biriydim.
*
Ama öyle olmadı. Geldiler ve sizi gözaltına aldılar.
AHMET ŞIK: Evet, geldiler. Tutuklamak üzere geldiler.
*
Siz de tam bu sırada o meşhur çıkışı yaptınız: “Dokunan yanar.”
AHMET ŞIK: Kitap üzerine çalışıyordum. Bulguları görüyordum... Bir gün kitap çalışması yaparken eşim Yonca’ya “Bunlara kim dokunmuşsa yanmış” demiştim. Gözaltına götürülürken geldi aklıma o cümle... Uzatılan mikrofonlara “Dokunan yanar” dedim.
MAĞDURİYETTEN DESTAN ÇIKARMAK FITRATIMA AYKIRI
AHMET Şık “Mağduriyetinden destan çıkarıyor” eleştirilerine şu cevabı verdi:
*
- 13 ay özgürlüğümden mahrum edildim, ailem mağdur edildi falan... Cezaevinde insanlar ölmüşken, içerideyken yakınlarını kaybedenler olmuşken, 5 yılını içeride geçiren ve hâlâ benzer saçmalıklarla tutuklu olanlar varken benim bu 13 aylık mağduriyetten bir destan çıkarmam mizacıma ters, fıtratıma aykırı.
- Bu işi kişisel mesele haline getirdiğimi düşünmüyorum. “Beni tutukladınız” diye öne atılan biri değilim. Mesela Ahmet Altan’la ilgili yazı yazdım. Orada benim adım sadece imzada var, kendi hikâyeme bir tek atıf bile yok orada.
ÖZÜR DİLEMESİNLER HATALARIYLA YÜZLEŞSİNLER
AHMET Şık, kendisinden özür dileyen Zaman grubu ve AKP’ye yakın yazarlara şunları söyledi:
*
“Şimdi de bir özür modası başladı. Zaman grubundan isimler ya da AKP’nin iktidarını perçinlemek için uğraşanlar özür diliyor. Özür dilemesinler kardeşim. İstemiyorum. Ben sadece hatanla yüzleş istiyorum. Ama bu yüzleşmeyi kişiler üzerinden, Ahmet ya da Mehmet üzerinden yapma. O dönemin kiri, günahı üzerinden yap. Herkesin kirini, günahını hak ettiği şekilde paylaştırarak yap.”
MEHMET BARANSU TUTUKLANMAMALIYDI
MEHMET Baransu’nun tutuklanması konusunda ne düşünüyorsunuz?
AHMET ŞIK: Mehmet Baransu tutuklanacağını bilmiyor muydu? Biliyordu. Bu adam kaçmış mı? Kaçmamış. Niye tutukluyorsun kardeşim? Tutuksuz yargılamak diye bir şey yok mu? Ayrıca Baransu’yu üretilmiş, sahte belgeler yüzünden değil, gerçek belgeler yüzünden tutukladılar. Böyle bir şey olmaz.
Paylaş