‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ kavgası şimdiden başladı

CEMAL Süreya’nın tanımlamasıyla ‘İyi kalpli üvey anne’ Ankara’daÇankaya kavgası’ şimdiden başladı.

Çünkü ‘duyarlı çevreler’, nereye doğru yol alındığını çok iyi görüyor.

Her ne kadar ‘görünen köy kılavuz istemez’ ise de, biz yine bir kılavuzluk yapalım.

İşte olacaklar:

Cumhurbaşkanlığı seçimi Nisan 2007’de yapılacak. Bu Meclis Nisan 2007’ye kadar devam edecek. Yani bir erken seçim olasılığı yok denecek kadar azdır.

Erdoğan, 3 Kasım’da o kadar güçlü geldi ki, yeni bir seçime gittiğinde bundan daha güçlü geleceğinin garantisini görmemekte.

Erdoğan kesinlikle Çankaya’ya çıkmak isteyecektir. AKP Grubu’nun Erdoğan’dan başka bir ismi düşünmesi bile söz konusu değildir.

Tayyip Erdoğan’ın 11. Cumhurbaşkanı olmasının önünde ne sayısal, ne de hukuksal bir engel var.

Durum budur. Sayısal gerçek budur. Siyasal gerçek budur.

Ankara’da durup dururken baş gösteren rahatsızlıkların, anormalliklerin ardında işte bu yalın gerçeklerden duyulan rahatsızlık yatmaktadır.

Seçime iki yıl kala baş gösteren ‘vozurdama’nın şiddetine bakın ve önümüzdeki iki yıl içinde ne denli büyük ve şiddetli bir kavgaya tanık olacağımızı görün.

Evet, kavga şiddetli olacak.

Peki ama Erdoğan ve arkadaşları, özellikle ‘kriz zamanlarında sorunları uhuletle ve suhuletle aşmanın yolları’ konusunda yeterince hazırlıklı mı?

İlk tartışmalarda gösterdikleri performansa bakınca bu soruya ‘hayır’ yanıtı vermek mümkün.

Mesela Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın dün NTV’de elindeki dosyaları göstererek ‘Bana 10 bini aşkın destek mesajı geldi, benim arkamda millet var, onların arkasında ne var’ diye tepki göstermesinin ve destek mesajlarına bir tür ‘referandum sonucu’ muamelesi yapmasının bir anlamı var mı?

Böyle bir yaklaşım karşısında Mustafa Bumin de kendisine gelen 10 bini aşkın destek mesajını ortaya çıkarıp, ‘Asıl benim arkamda millet var’ derse Arınç ne yapacak?

***

Erdoğan’ın Çankaya yolculuğunun önünü kesmek isteyenler, önümüzdeki iki yıl içinde ellerinden geleni yapacaklar.

Peki AKP buna karşı ne yapacak?

‘Bilek güreşi’ni mi tercih edecek? Yoksa ‘uhulet ve suhulet’i mi?

Birinciyi seçerse ‘kavga çıkarmak’ isteyenler kazanır. İkinciyi seçerse ‘Çankaya yolculuğu’ daha güvenli olur.

Ece gözyaşlarıyla yalanladı

‘Kadınların gözyaşlarına dayanamam.’

Tam olarak anlayamadığım bir dayanıksızlıktı bu. Ama şimdi olayı çakmış durumdayım.

Çünkü ben de ‘kadın’ ve ‘gözyaşı’ olayıyla tanıştım.

Olay şu: Dünkü yazımda Ece Erken’e atfen Tempo’da çıkan ‘Oturduğum bina 9 şiddetinde depreme dayanıklı. İstanbul yıkılırsa yukarıdan seyredeceğiz’ şeklindeki açıklamayı eleştirmiştim.

Ece Erken aradı ve heyecanlı bir ses tonuyla ‘Ben öyle bir şey söylemedim’ dedi.

Ardından da ekledi: ‘Ben yalnız yaşıyorum. Ailem İstanbul’da. İstanbul yıkılırken seyredersem onların durumunu da seyretmiş olacağım. Ben hiç böyle bir şey söyler miyim? Bunu söyleyecek kadar duyarsızlaşabilir miyim?’

Ve konuşmasının bu noktasında ağlamaya başladı.

Zalim biri değilimdir ama genellikle soğukkanlılığımı korumayı başarırım.

Ece’nin sözlerini ağırbaşlı bir sükûnetle dinlerken aniden gelen gözyaşları karşısında paniğe kapıldım ve ‘Tamam, tamam... Size inanıyorum. Önemli olan öyle bir şey söylememeniz’ filan diye kekelemeye başladım.

Ve tabii bir deneyim daha kazandım:

Bundan sonra artık ben de ‘kadınların gözyaşlarına dayanamam’ tarzı bir cümleyi rahatlıkla kurabilirim.
Yazarın Tüm Yazıları