Ciddi ve aykırı bir mukayese denemesi

LÜTFEN yanıt verin:

Şu AKP denilen yapı içinde... Abdullah Gül’ü mü tercih edersiniz? Yoksa Tayyip Erdoğan’ı mı?

Biliyorum, bu soruya son günlerde miting meydanlarında atılan "Katiller demokrasisi" ya da "Allah’ımızı çaldılar" tarzındaki tuhaf nutukların dolduruşuna gelenler, "Aman kalsın, ikisini de almayalım" diyecektir.

Sözüm onlara değil.

Ben daha çok dolduruşa gelmeyenlerin ve AKP denilen yapıdan umudunu kesmeyenlerin görüşünü merak ediyorum.

Evet, lütfen cevap verin: Abdullah Gül mü? Tayyip Erdoğan mı?

Merkeze yakın, dışa açık, liberal, toleranstan söz eden, çatışmacılıktan uzak duran, okumuş yazmışların, bu soruya "Bu nasıl soru? Tabii ki Abdullah Gül" diye yanıt vereceklerinden adım gibi eminim.

Çünkü...

Abdullah Gül’ün, Erdoğan’a nazaran daha "Dışa açık", "Daha liberal", "Daha diyaloğa açık" bir profil sergilediği konusundaki kanaat, neredeyse yerleşik bir kanaate dönüştü.

Peki gerçek bu mu? Ve sakın bu bir galat-ı meşhur olmasın! Hadi gelin bu "put"un üzerine gidelim.

* * *

Önce bu iki ismin etrafında oluşan ekiplere bir bakalım:

Partide dışa açılmayı, merkezileşme eğilimini yansıtan ne kadar isim varsa, hepsinin Tayyip Erdoğan tarafından partiye kazandırıldığını görüyoruz.

Erdoğan en azından çevresini, merkezi isimlerle tahkim etme çabası içinde.

Buna mukabil...

Parti içinde "içe kapanmacı", cemaatçi, tutucu isimler ise Abdullah Gül’ün çevresinde odaklanmış durumda...

Devam edelim...

Tayyip Erdoğan 4.5 yıllık iktidar sürecinde ister beğenin ister beğenmeyin, içi dışı bir tutum izlemiştir.

İmaj derdine düşmemiştir.

Buna mukabil...

Abdullah Gül, "Dışişleri’nde demokrat-parti içinde Milli Görüşçü" bir çizgi izlemiştir.

Yani...

Dışa açık yüzü ve imajı konusunda olağanüstü titizlenirken, parti içinde hep "daha mutaassıp" bir yaklaşım içinde olmuştur.

Tamam...

Bu strateji ve imaj, Gül’e Çankaya vizesinin çıkmasını sağlamamıştır.

Ancak vizenin çıkmaması, imaj kaygısının olmadığı anlamına gelmez.

Şimdi gelelim en baştaki soruya:

Yani "Gül mü, Erdoğan mı?" sorusuna...

Sizi bilmem ama benim bu soruya verdiğim yanıt nettir:

"Dışişleri’nde kimseyi ürkütmeyen / Parti içinde kabuğuna çekilenlerle iş tutan" bir hesap kitap stratejisine teslim olmaktansa...

Hesapsız kitapsız bir Tayyip Erdoğan’ı yeğlerim.

Şeriat gelirse ben ne yapacağım?

BİR: Teşvikiye Hüsrev Gerede Caddesi’nde Ertuğrul Özkök’le birlikte oluşturduğumuz bir sokak barikatındayız. Ancak işler sarpa sarıp mukavemetimiz kırılma noktasına gelmiş. İşte tam bu anda çok sinematografik bir özveri hareketi çekerek, Ertuğrul Özkök’e "Abi, sen git, ben onları oyalarım" diyeceğim.

İKİ: Taliban kılıklı iki adam tarafından kör testereyle kesilmek üzereyken... O anda pek de kahramanca kaçmayacak bir iş yapıp, "Hepsi takıyyeydi" diye bağıracağım.

ÜÇ: Yakalandığım anda, "Gel bakalım Ahmet Hakan! Sen misin Nişantaşı kafeleri, Papermoon falan gezen! Şimdi hesap zamanı! Azrail’in geldi" dediklerinde... Sırf sorumluluğu bölmek ve dikkati dağıtmak için, "Durun abiler! O mekanlara Fehmi Koru benden daha meraklıydı. O niye burada değil" diyeceğim.

Mitinge bel altından vuruş

ZAMAN/ Yeni Şafak/ Vakit gibi gazeteler, "İzmir Mitingi’ne çakacağız" diye eskinin ağır sağcı Tercüman Gazetesi’nin önüne geleni komünist diye devlete ihbar etmesine benzer bir tutum içine girdiler.

Yazdıklarına göre...

Miting kürsüsünde bulunan bir gazeteci, eskiden PKK’nın yayın organında çalışmış!

Edip Akbayram Türk bayrağını eline almaktan kaçınmış!

Arkadaşlar! Ayıptır, günahtır...

Bir gazetecinin geçmişte Özgür Gündem’de çalışıyor olmasını dilinize doluyorsunuz...

Peki birileri de size Mazlumder Başkanı Ayhan Bilgin’in kısa bir süre öncesine kadar o gazetede yazı yazdığını söylerse ne diyeceksiniz?

Edip Akbayram’ın bayrağı eline almaması meselesine gelince...

Bu iddianızın, bir bayrak denizinin ortasında şarkı söylemeyi tercih eden bir sanatçı için ortaya atılabilecek en saçma iddia olduğunu fark etmiyor musunuz?
Yazarın Tüm Yazıları