Paylaş
Hatta...
Şahsıma uygulanan “Uçak vetosu”ndan memnuniyet bile duyuyorum.
Nasıl duymam?
Saatlerce yol yap, o şehirden bu şehre koştur, otel lobilerinde perişan ol, gittiğin memleketin en kıytırık bir detayını bile keşfetmeye imkan bulmadan dön ve uçağa davet edilmişlikten kaynaklanan kahrolası bir minnet duygusuna gark ol...
Ve bütün bunlar yetmezmiş gibi...
Memlekete dönünce sana, “Vay vay vay! Bakıyoruz da uçaklardan inmiyorsun beyzade” falan diye laf çakılsın.
Aman, aman...
İstemem...
Yan cebime falan da konulmasın...
Yani çok rica ederim, “uçak yazısı” patlatıyoruz diye “Adama bak! Uçağa alınmadı diye nasıl da öfkelenmiş... Kıskananlar çatlasın” türünden basitliklere tenezzül etmeyelim.
* * *
Hem benim uçağa alınanların dengesiyle falan bir sorunum yok.
Türkiye Gazetesi de alınır, Bugün Gazetesi de alınır...
Yeni Şafak da alınır, Star da alınır...
Zaman da alınır, Radikal de alınır...
Mesele değil...
Eski Başbakanlar başka türlü denge uyguluyorlardı, bu Başbakan başka türlü denge uyguluyor.
Yarın Baykal gelsin iktidara, onun da kendine göre bir dengesi olacaktır.
Memleketimizi o kadar tanıyoruz.
Ve işin bu kısmını yadırgamıyoruz bile...
Aştık artık bu olayı...
Fakat...
Bir mevzuu var ki asla peşini bırakmam...
Mevzuu Vakit adı verilen gazetenin Başbakan’ın uçağına alınmasındaki ısrardır.
İşte buna itiraz ederim ve bunu bir “insanlık vazifesi” addederim...
Çünkü bu gazete “normal bir yayıncılık faaliyeti” yapmıyor.
Kamplara bölüyor, iftira atıyor, yalan yazıyor, küfür ediyor, tehdit ediyor, hedef gösteriyor, Yahudi düşmanlığı yapıyor, lümpen bir dille önüne gelene çamur
atıyor, en temel insan haklarına bile saygı duymuyor, kendi kampının haklarını sonuna kadar savunurken farklılıkları kırıp döküyor.
Böyle bir gazeteye memleketin Başbakanı tarafından “normal ve muteber bir yayın organı” muamelesi çekilmesi...
Başbakan’ın niyetinin ve kafa yapısının da sorgulanmasına neden oluyor.
Tekrar ediyorum:
Bir ömür boyu Başbakan’ın uçağına binmesem, bunu hiç ama hiç mesele etmem...
Ama Başbakan’ın uçak yolcularını seçerken gösterdiği bu özensizlik ve dikkatsizlik, haklı olarak hep mesele edilecektir.
Sert şarkı mı dedin
ÖZCAN Deniz, “Kalp Yarası” adlı bir şarkıyı seslendirirken demiş ki:
“Kalp Yarası, bugüne kadar yazılmış en sert aşk şarkısıdır.”
İddiaya bakın hele...
Şöyle bir bakayım dedim, sert şarkıya...
Sözleri şöyle:
“Ne zormuş sevdalanması erkeğin, ağlaması / Seçmedim, verileni hayat diye / Dibe vurdum lanet olası / Şimdi arkamdan atıp tutuyorlar / Karı gibi acı çekiyor diyorlar / Ben oluk oluk kan kaybında / Onlar adamlığı inkar zannediyorlar.”
Hayatımda bu kadar kötü yazılmış bir metin okumadım.
Basit, yüzeysel, arabesk, itici, yapay ve damardanmış gibi yapan bir şarkı...
Belki de en iyisi Özcan Deniz’e, Ahmet Kaya’nın “sert” bir şarkısıyla yanıt vermek:
“Hadi sen git işine de / Herkes kendi işine.”
Haftanın en’leri
EN DİLBAZI - Çok dil bildiğini öne sürüp Okan Bayülgen’in “Medya Kralı”nda yapılan testte sınıfta kalınca “Yorgundum” gerekçesinin ardına saklanan
ECE VAHAPOĞLU...
EN KÜSTAHI - Parlamentoda bulunan bir siyasi partinin eş başkanı olmasına karşın, “Dağa çıkarız ha...” diyerek toplumu şiddetle, silahla, terörle ve teröristle korkutmaya çalışan EMİNE AYNA...
EN POLEMİKÇİSİ - En polemikçi köşe yazarlarını bile sollayarak Kemal Kılıçdaroğlu’na “Gandi idi dandi oldu” diye sataşan Başbakan Yardımcısı BÜLENT ARINÇ...
EN STAR’I - TRT’de Alper Mestçi gibi bir ustanın elinde harika şaka programı çıkaran bir üstün yetenek GÖKHAN YIKILKAN...
EN CENTİLMENİ - Uçağa binerken hem kendisinin hem de eşinin şemsiyesini korumaya tutturmak yerine kendi tutan Başbakan TAYYİP ERDOĞAN...
Paylaş