BUGÜN sizlere, "kendi halinde bir yazar"ın, nasıl önü alınamaz bir "polemik canavarı"na dönüştürüldüğüne örnek teşkil edecek bir hikáye anlatacağım.
İbret alana ne mutlu!
Lütfen, "Bu adamönüne gelene sataşarak prim yapmaya çalışıyor" falan diye bir suçlama getirmeden önce bir göz atınız.
***
Günlerden bir gün...
Yazar, mutat olduğu üzere, sabah saatlerinde, bir yandan kahvesini yudumlamakta, bir yandan da günün gazetelerine şöyle bir göz atmaktadır.
Göz attığı gazetelerden birinde neredeyse tam sayfaya yayılmış kocaman bir "haber" vardır.
Haber şöyle bir şeydir:
"Flaş... Flaş... Kadir İnanır, ’Selvi Boylum, Al Yazmalım’ adlı tiyatro oyununa bayıldı."
Haberde anlatılanlara göre olay şöyle cereyan etmiştir:
Kadir İnanır,"Selvi Boylum, Al Yazmalım" oyununu seyretmiş.
Daha sonra oyunu sahneye koyan ekibin yanına gitmiş ve "Aferin keratalar! Yapmışsınız yapacağınızı... Hepinizi alnınızdan öpüyorum" tarzı bir diskur çekmiştir.
Güzel...
Yazarın buraya kadar söyleyeceği bir şey yoktur.
Ancak... Talihsizlik şuradadır:
Yazar, bu haberin yayınlandığı sayfanın bir köşesinde yer alan Atilla Dorsay imzalı "izlenim" yazısını da okumuştur.
Ve işin daha da kötüsü, o yazıda şu bilgiye rastlamıştır:
"Kadir İnanır, bana ’Selvi Boylum, Al Yazmalım’ oyununu hiç beğenmediğini söyledi."
Hoppala!
Demek "delikanlı" Kadir İnanır, oyunu sahneleyen ekibin önünde yüksek sesle "Aferin keratalar" derken, Atilla Dorsay’ın kulağına "Berbat etmişler" diye fısıldamış.
Yani...
Her daim bir tür "Don Vito Corleone" pozu takınıp racon kesen Kadir İnanır, alenen "kolpacılık" yapmış.
***
Yazar, önce olaya dalıp dalmama konusunda kararsız kalmıştır.
Çünkü...
Yazsa maraza çıkacaktır.
Yazmasa, kendisine duyduğu saygıyı yitirecektir.
Yani...
Tipik bir "Söylesem öldürürler / Sussam ben ölürüm" çelişkisi.
Neyse...
Yazar sonunda olayın hakkını vermeye karar vermiş ve bu pek de "delikanlıca" olmayan "kolpa" işine destursuz bir şekilde atlamıştır.
Çelişkiyi anlatmış, sonra da soruyu patlatmıştır:
"Ne o Kadir Baba? Bu ikiyüzlülük Kadirizm’in kanunu mu yoksa?"
Budur... Bundan ibarettir.
***
Ve aradan haftalar, aylar geçmiştir.
Ancak bizim "kolpacı"dan ses seda çıkmamıştır.
Belli ki bir "utanma", bir "söyleyecek söz bulamama" hali vardır.
Ancak...
En azından bir "utanma" durumunun söz konusu olmadığı, geçen hafta Akşam Gazetesi’nde Aycan Saroğlu’nun Kadir İnanır ile yaptığı röportajda ortaya çıkmıştır.
Meğer "bizimki", aylardır topu çıkarmak için kasılmış da kasılmış!
Çünkü röportajda "yazar"a saydırıyor ki hem de ne saydırma!
Önce "dönek" diyor, ardından "sakallı" falan diyerek sözüm ona aşağılıyor, en sonunda ise Ahmet Taşgetiren gibi efendiliğini bozup "Dangalak" diyerek olayı bağlıyor.
Lütfen, şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin:
Bu örnek olay, yazara "polemik canavarı" olmak dışında bir seçenek bırakıyor mu?
Yazar ne yapmalı, bu açık haksızlık karşısında?
"Dangalak" tarzı bir sözcük bulup onun seviyesine mi düşmeli?