İktidarı mutlak biçimde elinde tutan güce karşı eleştirilerini haykırabilecek cesarete sahip olamayanlar, o gücün yanı başındakileri hedef almayı tercih ederler.
‘Başbakan çok iyi ama ah o etrafındakiler’ geyiğidir bu.
Bunun adı kaçak güreştir, etrafı dolanmaktır, ürkekliktir, yumruk yerine tırmalamayı tercih etmektir...
Etrafındakileri belirleme konusunda yüzde yüz söz sahibi olan bir başbakan, en fazla etrafındakilerin yapıp ettiklerinden sorumlu değil midir?
O halde Başbakan yerine ‘etrafındakiler’ ile bu uğraş ne diye?
‘Başbakan’ı eleştirirsek bize küser, kapıları kapatır, bir daha yanına yaklaştırmaz, en iyisi danışmanını, özel kalem müdürünü filan eleştirelim, böylece hem Başbakan’la aramız açılmaz, hem de rahatsızlıklarımızı ifade etmiş oluruz’ yaklaşımı mı sergilenmektedir?
Eğer yaklaşım buysa, işin ahlaki tarafı nerededir?
***
‘Başbakan süper ama ah etrafındakiler’ demek aslında acayip riskli bir yaklaşımdır. Çünkü ‘süper’ bulunan Başbakan, kıyasıya eleştirilen ‘danışman’ı yanına alıp, size ve sizin gibilere dönerek, ‘Ben sizin sekreteriniz değilim, öyle her aradığınızda bana ulaşamazsın, danışmanlarıma sonuna kadar güveniyorum’ dediğinde söyleyecek hiçbir şey bulamazsınız.
Başbakan’ı eleştirmeye kalksanız, o zaman size ‘Hani Başbakan süperdi’ diye sorarlar.
Yeniden danışmanları eleştirmeye kalksanız, o zaman da danışmanlar, ‘Biz de süperiz, inanmazsanız Başbakan’a sorun’ diye posta koyarlar.
Ve size susmak dışında bir seçenek kalmaz.
Hele Başbakan, ‘danışman savunması’nı biraz daha ileri götürüp, ‘Bana gazeteci kılığında gelip ihale istiyorlar’ filan gibi fevkalade ciddi suçlamalar getiriyorsa, işte o zaman yandı gülüm keten helva! Bu nedenle artık ‘Başbakan süper ama ah o etrafındakiler’ geyiği bir tarafa bırakılmalıdır.
Çünkü bu geyik, hem ahlaki değildir, hem de alabildiğine risklidir.
***
Sakın ‘Ama kardeşim, ben onların en zor zamanlarında yanlarında yer aldım, evimde ağırladım, kimsenin yanlarına yaklaşmadığı dönemlerde onları Türkiye’nin önemli şahsiyetleriyle tanıştırdım’ filan demeye de kalkmayın.
Çünkü bu yaklaşımın da iler tutar yanı yoktur. Çünkü başbakan ve etrafındakilerin, böyle bir yaklaşım karşısında ‘Bana ne kardeşim, destek vermeseydin. O gün bana böyle bir destek verdin diye şimdi ben sana bedel ödemek zorunda mıyım?’ der ve siz yine ne söyleyeceğinizi bilemez duruma düşersiniz.
Yani burada da yaman bir ikilem karşınıza çıkar ve size şunu sorarlar:
Anti-demokratik uygulamalara maruz kalmış bir siyasetçiye demokrat kimliğinizin gereği olarak mı destek verdiniz yoksa o siyasetçinin ikbal günlerinden faydalanmak için mi?
AÇIKLAMALISINIZ
FATİH Altaylı’nın, Başbakan Erdoğan’la röportajında söz dönüp dolaşıp gazeteci Nazlı Ilıcak’ın ‘Başbakan’ın etrafında Çin Seddi oluşturan danışmanlar var’ eleştirisine gelmiş.
Erdoğan işte tam bu sırada karşısındaki Ömer Çelik’i işaret etmiş ve ‘İşte Çin Seddi’nin mimarı’ demiş...
Ömer Çelik de bunun üzerine söze girip şöyle bir kelam etmiş:
‘Birisi beni eleştiriyor. Küçük dağları yaratmışım gibi dolaşıyormuşum. Tekzip edeceğim. Sadece küçük değil, büyük dağları da ben yarattım diyeceğim. Söylesinler bakalım Başbakan’a ulaştıklarında hangi taleplerde bulundular.’
Ben bu açıklamadaki ‘Sadece küçük değil büyük dağları da ben yarattım’ bölümündeki ‘itikadi’ soruna takılmadım, ‘Bir kızgınlık anında söylenmiştir’ ve ‘espridir’ filan deyip geçtim.
Ama ‘talep’ iddiası çok ciddidir.
Hem Başbakan’ın, hem de Ömer Çelik’in şu ‘talep’ konusuna açıklık getirmeleri boyunlarının borçlarıdır.
Ya açıklamalıdırlar, ya da neden açıklamadıklarını açıklamalıdırlar.