Paylaş
Gazeteciler mektuplar yazıyorlar Adnan Bey’e...
- Kimi 20 bin liracık istiyor çıkaracağı mecmua için...
- Kimi “Ver parayı,/al beni” diyor.
- Kimi “İktidarı destekleyeceğiz, bu yüzden para kazanamayız” diyerek talep ediyor cukkayı...
- Kimi “bir arabacık” satın almak için yardım istiyor.
- Kimi de birazcık döviz istirham ediyor.
Mektup yazanlar kimler mi?
Necip Fazıl’dan Peyami Safa’ya Yusuf Ziya Ortaç’tan Orhan Seyfi Orhon’a...
Bildiğimiz, tanıdığımız isimler...
Ayrıntılar için dünkü Habertürk’te Abdullah Kılıç imzalı habere bakılsın lütfen...
*
1950’lerin koşullarında işler şöyle yürüyordu:
- Gazeteci “Kalemimi emrinize vereceğim” diye başvekile mektup yazıyordu.
- Başvekil de kafasına göre parayı veriyordu.
- Fakat başvekil hazretleri, paranın musluğunu kesince bu gazeteciler de aleyhe geçiyordu.
- Döngü şöyleydi yani: Mektup yaz para iste./Parayı kap yalakalık eyle./Para kesilince de taarruz eyle...
*
Peki bu durum ilk kez mi ortaya çıktı?
Hayır, hayır...
Adnan Bey’in “Örtülü Ödenek”ten gazeteci yemlediği konusu, Türk Matbuat Tarihi’nde en fazla işlenen konulardan biridir.
Bilindik bir konudur bu yani...
Ama konunun bilindik olması bile ölmüş gitmiş o gazetecilerin gıyaplarında utandırılmalarına engel olmadı, olmuyor.
*
Bugüne gelecek olursak...
Bugün artık mektup yok, “Parayı ver, kalemim senin olsun” diye name düzmek yok, “Birazcık döviz lütfen” diye yalvarmak yok, “Bir arabacık bile alamadım” diye ağlamak yok.
Devir değişti, yöntem değişti, ilişki biçimleri değişti.
Ama değişmeyen üç şey kaldı:
BİR: Acayip şekil değiştirmiş olsa da “icara çıkarılmış kalem” olgusu değişmedi.
İKİ: İşler iyi giderken olup bitenlerin kimseler tarafından fark edilmiyor olduğuna dair yanılgı değişmedi.
ÜÇ: Yıllar geçtikten sonra bugünküleri de utandıracak manşetlerin çıkacağı gerçeği değişmedi.
Eğlenmeyi bilmeyen bir ulusun çocuklarıyız
- KONTROL manyağı bir halimiz var: Kendimizi pek bırakmıyoruz, bırakamıyoruz.
- Diyelim ki yanılıp kendimizi bıraktık... Bu sefer de fazla bırakıp birkaç büyük skandala imza atıyoruz.
- Ortamı kesmek, karşı cinsi kesmek, hemcinsi kesmek... Mütemadiyen “kesme” halinde olmaktan eğlenmeye fırsat bulamıyoruz.
- Hep en iyi masanın, hep en öndeki locanın, hep en dikkat çeken yerin peşindeyiz... Bütün eforu bunun için harcayıp emelimize nail olunca da eğlenecek enerjimiz kalmıyor.
- Normalde bir eğlenceden rahatlamış olarak dönülmesi gerekir değil mi? Fakat şu işe bakın: Eğlence dönüşlerimizde biz hep daha öfkeli, daha gergin, daha stresli oluyoruz.
- Elimiz hep telefonda, hep telefonda, hep telefonda...
- En büyük sorunlarımızdan biri de şu: İçimizden geldiği için değil, kendimizi eğlenmek zorunda hissettiğimiz için eğlenmeye çalışıyoruz.
- Kasıyoruz. Mütemadiyen kasıyoruz...
- Eğlence ortamlarında ertesi gün yapılacak dedikoduların biriktirildiğini bildiğimizden malzeme vermemek için didinip duruyoruz... Ki fena halde yorucu bir çabadır bu.
- Adına “kopmak” denilen tek tip bir eğlenme biçimi olduğunu sanıyoruz. “Bin çeşit eğlence” olabileceğini düşünmüyoruz. Her mizacın kendine özgü eğlence anlayışı olabileceğine ihtimal bile vermiyoruz.
- Hep planlı eğlencelerin peşindeyiz. Spontaneye açık değiliz. En büyük eğlencenin, sürprizlerden ortaya çıkabileceğinin farkında değiliz.
- Bir eğlence yerine eğlenmek için gitmiyoruz, kendimizi göstermek için gidiyoruz. Bizi motive eden tek duygu şu: “Ben de orada
olmalıyım.”
Beş kusurlu hareket
BİR: İzlediğimiz bir dizide “Reşat” diye benimsediğimiz adamın, biz henüz Reşat’ı unutmamışken yeni dizide bambaşka bir adam olarak karşımıza çıkarılması...
İKİ: Dinin direği namazın başkalarının eğlencelerini protesto etmenin aracı haline getirilmesi...
ÜÇ: Densizlik yapan bir adam hakkında üç yazı yazıldı diye “Linç ediliyor, kampanya yapılıyor” falan diye ortalığın ayağa kaldırılması...
DÖRT: Başbakan’ın “ucube” çıkışından sonra hakikaten “ucube” olan heykellere bile sahip çıkılması...
BEŞ: Tasarruf konulu banka reklamının tasarrufa inat hiçbir masraftan kaçınılmadan çekilmesi...
Ahlaki görünen ahlaksızlıklar
- İKİ kişi arasındaki mahrem alana gizlice kamera dayamak, ardından da elde edilen görüntüyü piyasaya sürüp “Bakın bunların pornosu var” diye yaygara yapmak... Yeryüzündeki pek az ahlaksızlık, bu ahlaksızlığın önüne geçebilir.
- “Fareler ve İnsanlar” gibi sarsıcı, etkileyici bir yoksulluk kitabını “ahlaksız” bulup yasaklamaya kalkmak... Yeryüzündeki pek az ahlaksızlık, bu türden bir cahil ahlaksızlığının önüne geçebilir.
Sana ne?
İDEOLOJİK tartışmalarda en fazla kullandığım tepki biçimidir:
“Sana ne?”
Süper etkilidir bu çıkış.
Eskiden de kullanırdım, şimdi de kullanıyorum.
*
- Mesela eskiden başını örtene karışanlara derdim ki: “İsteyen istediği gibi giyinir, sana ne?” Şimdi de yılbaşında kutlama yapanlara bulaşanlara diyorum ki: “İsteyen istediği gibi eğlenir, sana ne?”
- Mesela eskiden “Minyeli Abdullah” adlı kitabı yasaklamaya kalkanlara derdim ki: “İsteyen istediği kitabı okur, sana ne?” Şimdi de “Şeker Portakalı” adlı kitabı sakıncalı bulanlara diyorum ki: “İsteyen istediği kitabı okur, sana ne?”
- Mesela eskiden namaz kılana, içki içmeyene karışanlara derdim ki: “İsteyen istediği gibi yaşar, sana ne?” Şimdi de içki içene karışanlara diyorum ki: “İsteyen istediği gibi yaşar, sana ne?”
*
Hiç öyle...
“Özgürlük üzerine tezler”, “Yaşam tarzlarına müdahale edilmemesi gerektiğinin felsefi nedenleri”, “Yeni başlayanlar için özgürlük” gibi başlıklara müracaat edip kendinizi yormanıza gerek yok.
Bu tür tartışmalarda “Sana ne”yi kullanın.
Ben kullanıyorum ve çok memnun kalıyorum.
Tavsiye ederim, siz de deneyin.
Yine anlamadım
BAŞBAKAN Erdoğan, yeni yıl biterken şöyle dedi:
“İmralı’yla görüşüyoruz.”
*
En az 48 makale okudum Türk basınında...
- “Süreç yeniden başlıyor” diyenler var.
- “Yeni yol haritası” çıkaranlar var.
- “Bahara bu iş biter” şeklinde iddialı cümleler kuranlar var.
- Hakan Fidan’lı falan büyük analizler patlatanlar var.
*
Ben bu işten de bir şey anlamadım.
Başbakan Erdoğan, “İmralı’yla görüşüyoruz./Gerekirse görüşülür./İmralı ile temasımız var” doğrultusunda bu zamana kadar sayısız açıklama yapmadı mı?
Yaptı.
Peki Başbakan, o sayısız açıklamalarından birini daha yaptığı halde...
Bu açıklamaya büyük anlamlar yüklemek ve makale üzerine makale patlatmak da neyin nesi kuzum?
Biri bana açıklayabilir mi?
Ben mi bir şeyi kaçıyorum acaba?
Paylaş