Arınç ne yapmak istiyor?

SİYASETE meraklı bir arkadaşım sordu:

‘Sen bilirsin, Bülent Arınç ne yapmak istiyor? Cumhurbaşkanlığı’na mı göz dikti? Yoksa Erdoğan’dan sonra başbakan mı olmak istiyor? Çıkışlarının arka planında ne var?’

Arkadaşımı hayal kırıklığına uğratacağımı bilerek şu yanıtı verdim:

‘Arınç’ın hiçbir hesabı yok. Ne Erdoğan’ın liderliğini sorguluyor, ne de etrafına bir grup AKP’li milletvekili toplayarak farklı bir gruplaşma temayülü içinde. Yaptığı sadece şu: AKP içindeki ‘saygıdeğer’ konumundan güç alarak zaman zaman ‘içinden çıktığı’ sosyal çevrenin duygusal iklimini yansıtmak. Bunu da taktik amaçlı filan yapmıyor. Öyle hissettiği için yapıyor. Yaptığı çıkışlarla hükümeti zor durumda bıraktığını düşünmüyor. Kendisini Meclis Başkanı olarak biraz ‘hükümet üstü’ bir konumda görüyor.’

Verdiğim bu yanıt arkadaşımı tabii ki tatmin etmedi.

Çünkü o, ‘Ortada büyük gerilim var. Arınç, Erdoğan’a başkaldırdı. Bundan sonra yeni Arınç krizleri beklemeliyiz’ tarzı bir yanıta kendini hazırlamıştı.

Bu yüzden sessizce yanımdan uzaklaştı.

En az ‘Rıza Efendi’ pankartı kadar kötü

‘İstanbul’da yeni moda: Gökdelende ultra yaşam...

Çok katlı kulelerde oturanlar ‘Residence’ta hayat / Oh ne rahat’ diyorlar...’

Tempo Dergisi’nde yayınlanan bir haberden başlıklar bunlar...

Haberde anlatılanlardan yola çıkarak, ‘40 metrekare İstanbul çilesi çekmek için milyonlarca dolar ödemek nasıl bir sersemliktir, o kadar parayı oraya bayılacağına...’ diye başlayan bir nutuk çekmek tabii ki mümkün.

Ama ben öyle yapmayacağım.

Çünkü ‘residence’ keyfini sürenlerden birinin söylediği bir cümle, işin bu kısmını es geçmemizi gerekli kılıyor.

Cümlenin sahibi kim mi?

Ece Erken...

Hani bir ara ‘sözde’ sabah şekeri olarak, evden çıkma hazırlıkları yaptığımız saatlerde, öylesine açılmış televizyon ekranından sinirlerimizi tel tel etmeyi başaran bir hanım vardı ya...

İşte o..

İsminin yanına ‘Sunucu-Oyuncu’ titri yazılan Ece Hanım, ‘residence’ını överken öyle bir laf etmiş ki, densizlikte neredeyse ‘Rıza Efendi, iki ekmek bir süt’ pankartına yetişir.

Oturduğu binanın ‘9’ büyüklüğünde bir depreme dayanıklı olduğunu müthiş bir güvenle haykıran Ece Erken, ardından demecini patlatıyor:

‘Yani bütün İstanbul yıkılsa, biz tepeden seyredeceğiz.’

Nasıl? ‘Oha falan oldum’ bu densizliği karşılar mı?

Tabii ki karşılamaz.

Şöyle bir tablo getirin gözünüzün önüne: Deprem oluyor, İstanbul yıkılıyor. Ve Ece, şöyle bir pencereyi açıp güvenli konutundan bu büyük yıkımın seyrine dalıyor.

Sanki ‘Üç mum yaktık / Seyrine baktık’ gibi bir şey...

İnsan bu tür densizliklerle karşılaştıkça, artık eskilerden kalmış ‘Önce ahlak ve maneviyat’ sloganının yeniden hayata geçmesini nasıl da arzu ediyor.

Albaraka cumhuriyeti mi?

MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan ile TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’ün geçmişte Albaraka Türk’te çalışmış olması, Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘Albaraka Cumhuriyeti’ yapar mı?

Deniz Baykal’a göre yapar...

Baykal, Unakıtan ve Ertürk’ün eski işlerine atıfta bulunarak ‘Albaraka cumhuriyeti olduk’ demiş.

Bence talihsiz bir demeç bu...

Özellikle Ahmet Ertürk gibi iyi yetişmiş bir hesap uzmanı için tam bir haksızlık.

Buradan Baykal’a soruyorum:

Üç kuruş maaş karşılığı trilyonlara hükmeden Ertürk için, bugüne kadar herhangi bir yolsuzluk iddiası ortaya çıktı mı?

Ya da Ertürk’ün ‘Albaraka cumhuriyeti’ imasını haklı çıkaracak herhangi bir uygulamasına rastlandı mı?

Tam da Sabah Grubu’yla ilgili satış işleminin başarıyla gerçekleştiği bir günde Baykal’ın demeci gerçekten bir haksızlık.
Yazarın Tüm Yazıları