Paylaş
İstanbul Boğazı’nın kan kırmızısına bürünmesine neden olacak denli bilinçsiz kurban kesimini mesele etmek ile “ay bu bayram çok vahşi şekerim” diye hayıflanmak arasında devasa bir fark vardır.
Hem önüne gelen etleri höpürdetip hem de “resmen hayvan katliamı yapılıyor, böyle bayram mı olur” demek ile hayvan kesme yönteminde sergilenen vahşetten yakınma arasında koskocaman bir fark vardır.
Her sokak başının mezbahaya dönüştürülmesinden duyulan rahatsızlık ile kurban ibadetinin bizzat kendisinden duyulan rahatsızlık arasında süper bir fark vardır.
*
Bu farklardan yansıyan riyakârlığın fark ettiğimiz için...
Allah rızasını en başa koyup inadına kurbanımızı kesiyoruz.
Tarabya’daki o otel
Bizim eski edebiyatçılarımızın anı kitaplarında en çok rastladığım oteldir Beyoğlu’ndaki Tokatlıyan Oteli...
1890’larda hizmete girmiş, kısa bir sürede efsane olmuş bir otel... Nasıl olmasın? O zamanlar bir Pera Palas var, bir de Tokatlıyan...
Tokatlıyan şöyle bir şeydir: Şairlerin tenhalarında şiir söyleyerek dolaştığı, devrin şık hanımları ve cici beylerinin arzı endam eyledikleri, ajan olup olmadıklarından şüphe duyulan yabancı konukların cirit attıkları yüksek tavanlı, görkemli avizeli, kalın kırmızı perdeli ve ağır ahşap merdivenli bir otel...
Beyoğlu Tokatlıyan Oteli büyük sükse yapınca bir de yazlığını açmışlar. Tarabya’da... Tarabya’nın en güzel yerinde.
Tarabya’daki Tokatlıyan da hemen “tutmuş”. Yaz gelince yazlık Tokatlıyan’a takılmalar falan... Dönem: 1900’lerin başı...
Tıpkı Beyoğlu’ndaki Tokatlıyan’ın olduğu gibi Tarabya’daki Tokatlıyan’ın da dramatik bir macerası olmuş: Adı değişmiş çok sık, el değiştirmiş birçok kez, bir kez de çıkan tartışmalı bir yangında kül olmuş.
Kadersiz otelimiz, 1960’ların ortasında yeni bir kimlikle, devletin yaptırdığı görkemli bir otel olarak çıkmış sahneye... Adı da Büyük Tarabya Oteli olmuş.
Büyük Tarabya Oteli, Türkiye’nin dönüşümüne ev sahipliği yapmış: Menderes dönemi zenginlerinin uğrak yeri olmuş, imtiyazlı sınıfların çocuklarının deniz eğlencelerinin durağı haline gelmiş, cici beylerin ve şık hanımların yaz aylarında “drink” aldıkları bir yer olup çıkmış.
Bütün bunlardan habersiz yetişen biz halk çocukları, Büyük Tarabya Oteli’ni sadece Yeşilçam filmlerinden biliriz. Ayhan Işık ile Belgin Doruk’un üstü açık mavi arabayla gelip sevinçli bir telaş içinde sokuldukları oteldir Büyük Tarabya Oteli...
Ben son dönemlerine yetiştim bu otelin... Arada gider, denize karşı bir kahve içerdim yorgun pastanesinde... Yaşlanmış, çaptan düşmüş, eski azametini yitirmiş, fena halde demode olmuştu... Hiç aldırmadım bu duruma. Çok sık yolumu düşürdüm. Zengin anılarla dolu yaşlı insanlarla dostluk yapmak gibi bir şeydi benim için bu otele gitmek.
Sonra bu otel de gözden çıkarıldı, yerine yenisini yapmak için. “Yenisi yapılacak” denildiğini duyunca “eyvah” demiş ve ardından da eklemiştim: “Sanırım hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”.
Neyse ki korktuğum gibi olmadı: Yeni Tarabya Oteli, eskiye süper hürmetli bir şekilde yükseldi.
Hizmete girdiğini öğrendiğimde eski bir dostu selamlar gibi gittim otele... Şöyle bir baktım sağına soluna: Birkaç şefkatli dokunuş dışında pek bir şeyi değiştirmemişler... Eskiye sadakati bir övünç vesilesi kılmışlar... Tarihini saklamak ve silmek yerine vurgulamışlar... Yeni adını da “The Grand Tarabya” koymuşlar.
Hele ön cephe... Eskisinin aynısı... Sanki az sonra üstü açık mavi bir araba yaklaşacak, içinden Ayhan Işık ile Belgin Doruk çıkacak, telaşlı adımlarla dalacaklar içeri...
Hazır trafik rahatlamışken ve havalar da pek ılıman giderken bu bayram yolunuzu Tarabya’ya düşürmenizi hararetle tavsiye ederim. “The Grand Tarabya”yı doyasıya yaşamak için.
Ama bu ritüel için şunlar şart: Elinizde içinden Tokatlıyan Oteli geçen bir anı kitabı olmalı... Gönlünüzde “neşeli gençleriz biz” diye masum çılgınlıklar atan İspanyol paça pantolonlar giymiş gençler olmalı... Ve gözünüzün önünden 1900’lerden 2000’lere bir
yüz yıl akmalı.
Gazeteci ve bayram harçlığı
BİR gazeteci arkadaşımız biraz şaka yapma arzusu, biraz da geleneğini canlı tutmak isteğiyle Başbakan’ın elini öpüp iki yüz lira bayram harçlığı almış.
Medyamız bu konuyu tartışıyor.
Her taraftan “ne oluyor, yoksa gazetecilik ölüyor mu” sesleri.
*
Size bir şey söyleyeyim mi?
Gazeteciliğin ölmesi ya da öldürülmesi konusunda eldeki bulgular, kanıtlar ve deliller sıralansa...
Bu harçlık işi, en son sırada kalır.
Sempatikler
FATİH TERİM: Takım kazandığı zamanlarda sahadaki davranışlarıyla herkesin gözünde acayip sempatik hale geliyor. Fakat takım yenildiği zamanlarda aynı hareketlerin herkes tarafından antipatik bulunduğunu söylemeliyim.
EGEMEN BAĞIŞ: Milli maçta giydiği milli takım formasıyla afacan bir çocuğa benzedi. Bu haliyle bir hayli sempati de kazandı. Sosyal medyada en az 40 mesaj okudum, “onun yanaklarını sıkmak istiyorum” diye inleyen.
BÜLENT ARINÇ: Bir erkek “tavuk bile kesemem” dediği anda sempatik olurmuş... Kadınlar böyle diyorlar. Dün Hürriyet’e “Tavuk bile kesemem” diye açıklama yapan Bülent Arınç’a duyurulur.
RUSSELL CROWE: Türkiye’ye geldi
ve Türk gibi sempatik oldu: Cem Yılmaz diye inlemeler, trafikten yakınmalar, “yassak hemşerim”e
maruz kalmalar
falan. “Muhteşem Yüzyıl”da rol
almasına ramak
kalmış gibi.
Pişti olduk
CEM Uzan’ı eleştiren bir yazı yazınca... Cem Uzan’dan bir mail aldım.
Diyor ki:
“Çıkar beni programına, her şeyi konuşalım”.
*
Fatih Altaylı da eleştirince Cem Uzan’ı... Cem Uzan’dan aynı mail’i almış. Ona da demiş ki:
“Çıkar beni programına, her şeyi konuşalım”.
*
Benim Cem Uzan’a cevabım şu olmuştu:
“Tamam, seni programa çıkarırım ama İstanbul’a gelmen şartıyla...”
Fatih Altaylı da aynı cevabı veriyor:
“Tamam, seni programıma çıkarırım ama Türkiye’ye gelmen şartıyla...”
*
Bu Cem Uzan var ya...
Hakikaten çok uyanık, çok fitne, çok trol, çok gözü açık, çok maharetli, çok oyuncu, çok tehlikeli, çok bulaşıcı, çok korkunç bir adam...
Baksanıza:
Yurtdışında kaçak yaşamasına, dolandırıcılıkla suçlanmasına, yargı tarafından aranan adam olmasına rağmen...
Ortalığı katıp karıştırıyor, gündem oluyor, herkesin hop oturup hop kalkmasına yol açıyor.
Yetmezmiş gibi hem iki gazetecinin gündemine aynı anda aynı yaklaşımla pat diye dalabiliyor, hem de iki gazeteciyi “pişti” durumuna düşürebiliyor.
Allah kendisinden gelecek her türlü şerden ve beladan hepimizi emin eylesin.
Amin.
Üç ilde son durum
BEŞ araştırma şirketinin yetkilisiyle Tarafsız Bölge’de buluştuk.
Dün akşam yayınlanan programda beş araştırma şirketinin yetkililerinin yaptıkları değerlendirmelerden yola çıkarak üç ilde son durumu aktarıyorum:
*
İSTANBUL: Konsensüs’ün yaptığı son araştırmaya göre AK Parti seçmeninin ezici çoğunluğu “adayımız Topbaş olsun” diyor, CHP seçmeninin ezici çoğunluğu ise “adayımız Sarıgül olsun” diyor... Aynı araştırmada İstanbul halkına “Topbaş mı, Sarıgül mü” sorusu da soruluyor. Sonuç: Sarıgül iki puan önde... Bazı araştırmacılar bu sonuca itiraz ediyorlar. Gerekçeleri şu: AK Parti’nin oyu CHP’nin çok önünde, Sarıgül bu farkı aza indirebilir ama kazanamaz.
*
ANKARA: Bütün araştırmacılar bir isim üzerinde duruyorlar: Mansur Yavaş... Mansur Yavaş’ın bir oy potansiyeli olduğunu söyleyen araştırmacılar, Yavaş’ın seçimde izleyeceği yolun Ankara seçimini etkileyeceğini söylüyorlar... Melih Gökçek için söylenen ise şu: Şimdilik karşısına dişli bir rakip çıkmamasının keyfini sürebilir.
*
İZMİR: Favori parti CHP... Favori aday Aziz Kocaoğlu... Araştırmacılar Binali Yıldırım’ın AK Parti adayı olması halinde AK Parti’nin oylarını artırabileceğini, ancak kazanamayacağını söylüyorlar. Araştırmacılara göre İzmir’de AK Parti’nin şansını zayıflatan iki husus var: Son dönemde artan kutuplaşmanın İzmir’de estirdiği AK Parti karşıtı rüzgâr, bir... Kocaoğlu yönetimindeki belediyeye yönelik operasyonun neden olduğu Kocaoğlu mağduriyeti, iki...
Paylaş