Ertuğrul Özkök’ün görevi bırakması sanırım en fazla beni ilgilendiriyor.
Oktay Ekşi rahat, Ayşe Arman kaygısız, Fikret Ercan kayıtsız, Doğan Hızlan kendine güvenli, Yalçın Doğan umursamaz... Bir tek ben kaygılı, kendine güvensiz ve ateş üstünde olmalıyım. Çünkü ben Özkök’ün son keşfiyim. Henüz yerimi sağlamlaştıracak esaslı atraksiyonlar çekemeden en büyük destekçim Ertuğrul Özkök gidiverdi... Aydın Doğan beni tanımaz. Zaten tanısa da bana bir faidesi olmaz. Çünkü o da emekliye ayrıldı... Vuslat Doğan Sabancı ile hayatımda hiç karşılaşmadım. Hislerim beni yanıltmıyorsa bana uzaktan gıcık olduğunu sanıyorum. Bu durumda... “Özkök gitti, sıra sende” deseler... Yani beni de gönderseler... Bir “okur tepkisi” çıkmaz... Belki... “Bizim mahalle”de bayram edenler bile olur... Öbür mahalleler ise zerre kadar mesele etmez.
Bu durumda yapılacak tek şey, bir “istifa mektubu”nu cebe yerleştirmektir. Mektupta “Yeni gelen yayın yönetmeninin yapacağı tasarrufları kolaylaştırmak amacıyla istifa ediyorum...” tarzı afili bir gerekçe yazmalıyım. Böylece “Seni görevden alıyoruz” dediklerinde... Yeşilçamvari cevabım hazır olsun: “Hayır, beyefendi... Beni görevden almıyorsunuz... Çünkü ben istifa ediyorum.”
Dert olur mu bana? Yok, canım, niye olsun ki? Burada yazıp çizdiklerimle, içine kapanık bir mahalleye dışa açılmanın o kadar da kötü bir şey olmadığını sanırım öğrettim. Öyle ki: Artık bizimkiler de gittikleri yemeklerin fotoğraflarını yayınlamaya başladılar, kendi içlerinden kulis bilgileri vermeye alıştılar, hayatın değişik alanlarına ilgi gösterme alışkanlığı kazandılar. “Kısa yazı hayatımın kârı da bu oldu” der, geçerim... Ben varlığımı, insanlığımı, kariyerimi, hayata tutunma gerekçemi, bizim mahallenin kifayetsiz muhterisleri gibi işgal ettiğim koltukta bulmuyorum ki...
Ertuğrul Özkök bir hergeledir
Burada yazmaya başladığım gün Ertuğrul Özkök, benim için “İslami kesimin hergelesi” demişti... Aman Allah’ım... Öyle bir yankı uyandırdı ki bu tanımlama... “Hergele” aşağı, “hergele” yukarı... Fırsatçının ağzına bir düdük verilmişti ve onlar da düdüğün hakkını veriyorlardı Allah için... İşte tam bu sırada... Ertuğrul Özkök öyle bir hareket çekti ki... Çok hoşuma gitti... Özkök, “Kesin tantanayı... Ben de bir hergeleyim” dedi ve işi bitirdi... Geçen gün Ahmet Hakan, Ertuğrul Özkök için yazdığı yazıda bazı sıfatlardan söz etmiş: “Fırlamadır” demiş. “Sirayet ettiricidir” demiş. “Dönektir” demiş. “Çocuktur” demiş. “Yaratıcıdır” demiş. “Takıntısızdır” demiş. “Coşkuludur” demiş... Ama bir sıfatı unutmuş... Ertuğrul Özkök hergelenin tekidir. En az benim kadar...
Cemaat gazetesinde Türkan Saylan övgüsü
İngilizce yayınlanan Today’s Zaman gazetesinde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Milliyet gazetesinin öncülüğünde yürütülen “Baba Beni Okula Gönder” kampanyasına övgüler yağdırıldı. Metro Group Türkiye Temsilcisi Nurdan Tümbek Tekeoğlu ile bir söyleşi yapan gazete, Tümbek’e Metro Group’un sosyal çalışmalarını sordu. Ve Nurdan Hanım, sözü hemen Türkan Saylan ile Milliyet gazetesinin ortak yürüttüğü “Baba Beni Okula Gönder” projesine sağladıkları katkıya getirdi. Türkan Saylan’ın yaptığı çalışmaları öven Tümbek, şirketlerinin kız çocuklarının eğitimi için verdikleri katkıyı anlattı. Böylece... “Cemaat gazetesi”nde ilk kez bu denli açık seçik bir “Türkan Saylan övgüsü” yer almış oldu.... Türkan Saylan’ın evi basıldığında Zaman gazetesinde ve diğer cemaat yayınlarında ne türden haber ve yorumların yer aldığını anımsayanlar, Today’s Zaman’da yer alan bu röportaj için üç seçenekli değerlendirme yapıyorlar. Seçenekler şunlar: Ya gözden kaçtı... Ya Metro Group’u küstürmek istemediler... Ya da esaslı bir tavır değişikliği... Ben de diyorum ki: Beğenen beğeneni alsın.
Abdullah Gül’ün gazeteci rejimi
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, uçağına aldığı gazeteciler aracılığıyla çok önemli mesajlar vermeye devam ediyor. Son yolculuğunda tablo şöyle oluştu: Radikal, Milliyet ve Vatan’dan birer gazeteci... Zaman, Yeni Şafak ve Türkiye’den birer gazeteci... Ve Tercüman gazetesinden bir gazeteci... Dağılımdaki dengeye bakar mısınız? Doğan Grubu’ndan üç, yandaş medyadan üç ve karşıtlardan bir... Kim ne derse desin, Cumhurbaşkanı Gül uçağına davet ettiği gazeteci dengesiyle çok önemli mesajlar veriyor... Darısı diğer yetkililerin başına...
Türkiye Yazarlar Birliği’nin ödülleri
Eskiden 1 Ocak dendi mi bende merak başlardı: Acaba bizim mahallenin önemli örgütlenmesi olan Türkiye Yazarlar Birliği, bu yılki başarı ödüllerini kime vermiş? Uzun bir süredir böyle bir meraklanma içinde değilim. Çünkü ilk başlarda hem “camia”nın, hem de Türkiye’nin kültür ve sanat alanındaki en iyilerini seçerken kılı kırk yaran Yazarlar Birliği, artık bu işi nasıl yapacağını bilemez hale gelmiş durumda... Bazen “karşı taraftan bizim camiaya çiçek uzatanlar” acayip kazançlı çıkıyor, bazen de “Boş verin karşı tarafı... Bizimkileri ödüllendirelim” anlayışı egemen oluyor. Bu yılki ödüllerin sadece basın alanındakilere bir bakalım: Mesela “basın-fikir” alanında Abdurrahman Dilipak’a vermişler ödülü... Sanırım daha çok bir “onur ödülü” kapsamında yapmışlar bu seçimi... Ardından denge hemen gelmiş: “Basın-fıkra” alanında Taraf yazarı Alper Görmüş ödüle layık görülmüş. Epeydir merak etmiyordum Türkiye Yazarlar Birliği’nin ödüllerini... Çok şey kaçırmıyormuşum demek ki...
Erdoğan daha çok Özal’a benziyor
Hatırlıyorum: Özal döneminde zam yapılacaksa, uygun bir zaman kollanırdı. Mesela... Milletin tam da yılbaşı geçirdiği akşam zam yapılırdı. Epeydir bu tür uyanıklıklar görmüyorduk. Fakat bu yılbaşı, tam da Turgut Özalvari bir uyanıklık yaptı hükümet. Yılbaşına saatler kala bastı zamları... Ertesi gün tatil... Millet yılbaşının yorgunluğunu üzerinden atamamış... Ardından iki günlük tatil daha var... Pazartesi gününe kadar da yeni zamlara alışılır... Hay Allah! Bu AK Parti gün geçtikçe daha çok Turgut Özal’ın ANAP’ına benziyor... Özellikle “uyanıklık” kısmıyla...
Ağır konuş Nihal
Suudi hükümeti, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte Suudi Arabistan’a gidecek olan Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca’ya vize vermemiş. Şöyle demişler: Git babandan ya da eşinden imzalı izin getir. Bunun üzerine Nihal Bengisu Karaca, çok manalı bir açıklama yapmış. “Peygamber’in kemikleri sızlıyor. Hep dinin yaşamlarımız için en önemli referans kaynağı olduğunu düşünmüşümdür ama aynı zamanda başkasının referans algısının tahakküm alanından korunmak için de ‘katı olmayan bir laiklikliğin’ ne kadar önemli olduğunu vurgulamışımdır. Bu olay bu düşüncemin sağlaması oldu.” Güzel bir açıklama... Fakat ben Nihal’in “Gayet ağır konuşurdum ama şu durumda kendimi tutuyorum” cümlesine takıldım. Acaba nedir Nihal’in kendini tutmasının gerekçesi? Neden ağır konuşmamış, işte bunu anlamadım...